-21

782 65 99
                                    

Jungkook itiraz etmeme izin vermeden bana sakinleştirici içirip kollarında uyutmaya çalıştığı sırada bütün ev bir harabenin ortasında gibiydi hala.

Gözyaşlarım yanaklarımda kurumaya, elleri sırtımı beni sakinleştirmek için durmadan okşamaya ve dudaklarını yasladığı alnıma içimi gıdıklayan, beni sakinleştiren şeyler söylemeye devam ederek en sonunda kapatmıştım gözlerimi günün ortasında. İçimdeki huzursuzluk ve korkunun beni uyutmayacağını düşünüp dursam da haplar yardımı ile yummuştum gözlerimi.

Aralanan göz kapaklarım beklediğimin aksine kırık pencerenin sızdırdığı gece ile karşılaşmıştı. Jungkook'un yatağındaydım, üzerimi beni sıcak tutmasını istediği için ben uyurken kalın bir sweatshirt ile değiştirmiş olmalıydı. Örtünün altındaki bedenim, soğuk olduğunu burnumun ucundaki sızıdan anladığım bu eve rağmen sıcaktı çünkü.

Uyandığım an en azından bir süre olan biteni idrak etmenin zaman alacağını düşünsem bile gözlerimin direkt olarak kesiştiği kırık pencere, sanki geceyi eden ben değilmişim de bütün bu kabus saniyeler önce yaşanmış gibi dolmuştu. Ağlamak için yeteri kadar güçlü hissetmediğimden boğazıma sert bir yumru oturdu önce, sonrasında uykunun bedenimi ani terk edişi ile bütün kötü hisler dört bir yanımı kuşattı.

Atlas'ın nasıl olduğuna olan merakım ve Jungkook'a olan muhtaçlığım yüzünden yavaşça bedenimi çevirmiş, Jungkook'un odasında göz gezdirmiştim. Masasının üstü bomboştu şimdi, şarkılarını kaydetmek ve üretmek için kullandığı bilgisayarının bütün o kaosun içinden sağ çıkamayacağını kabul etmek istemesem de biliyordum. Kapının arkasındaki askılık kırılmıştı, hasar almış sandalyesi masasının önünde durmak yerine duvarın köşesinde duruyordu. Albümlerini koyduğu raf bomboş, yerde duran çöp poşetinden görebildiğim kadarıyla da paramparça olmuş halde atılmayı bekliyordu.

Küçücük bir odadaki varlığı bile çok gelmiş olacak ki onlara, bu odada ondan geriye neredeyse hiçbir şey kalmamıştı.

Yavaşça doğrulduğum sırada kapı açılmış, Jungkook elinde orta boylarda bir koliyle içeri girmişti. Beni uyandırmamak için omzu ile kapıyı yavaşça örtmeye çalışırken onu görür görmez kırılan bedenimi toparlama uğraşına girmemiştim bile. Saçları olduğundan daha dağınık, gözleri olduğundan daha da yorgun ve kızarık duruyordu. Bakışları boştu, havayı karartana kadar bu evi toplarken tanık olduğu darbeleri düşündükçe nefes bile alamasam da donuk bakışlarında duyguyu yakalamak zordu o an. Her ne kadar bana ilaç içirip beni uyutan o olsa da, o bu halde mahvoluyorken uyumuş olmak suçlu hissettirdi beni. Çarşafın üzerindeki avucum kıvrılıp ince dokuyu parmaklarımın arasına hapsederken dudaklarım aralansa da konuşamadım, deli gibi titrediler çünkü.

"Jungkook,"

Kısık, yeni uyandığım ve durmadan ağladığım için kuru sesimi duyar duymaz elindeki koliyi masaya yavaşça bırakmaya çalışan bedeni bana döndü. Yorgun, kırgın bakışları benim dolu gözlerimle buluşur buluşmaz ağırca tebessümü doldurdu içlerine. Dudaklarına beni mahvedecek o sıcak gülümsemeyi yerleştirirken "Taehyung," diye geri seslendi bana. "Uyandırdım mı?"

"Hayır," koliyi bırakır bırakmaz hızla yanıma gelen bedenini kendimkine kabul etmek için yatakta tamamen doğrulup kollarımı ona doğru uzattım. Vakit kaybetmeden beni kollarına çekip sımsıkı sardı önce, dudakları saçlarıma uzunca bir öpücük bırakırken "Daha iyisi misin? " diye sordu sadece.

Boğazımdaki o sertlik cevap vermemi engellediği için başımı sallayabildim sadece. Üzerinde ince bir hırka harici hiçbir şey yoktu, bana sarılan bedeninin soğukluğu şaşırtacak derecede fazla olunca fark ettim bunu. Çatık kaşlarımla geriye çekilip ellerini tutarken "Jungkook," diye fısıldadım. "Ellerin buz gibi olmuş,"

atlas | taekookWhere stories live. Discover now