-3

373 63 49
                                    

O günü hatırlıyordum. Haftasonunu gidecek bir yerim, buluşacak bir arkadaşım olmadığı için odamda geçiriyordum. Yalnız gitmek için çokça uygun olan birden fazla favori mekanım vardı aslında. Kedi kafeleri, ücretsiz açık hava sinemalarını veya bir tane dahi eskimemiş kapağı olmayan halk kütüphanesinde zaman geçirmeyi severdim. Kalabalığın içinde dahi kendi alanımı oluşturmada başarılı sayılırdım.

Yatağımda oturmuş, üzerinde çalıştığım kısa filmim için taslak hazırlıyordum. Teslim tarihi için henüz iki haftam vardı. Çoğu kişi, notlandırılma olmadığı için son gün telefonlarına indirdikleri mobil uygulamalar ile ortaya bir şeyler çıkarıp geçiştirirdi bu ödevleri. Ben ise hem yapacak daha iyi bir işim olmadığından hem de bunu kendimi geliştirmek için bir fırsat olarak gördüğümden uzunca zaman ayırırdım yönetmeni olduğum bu kısa filmlere. Odamda oturmuş manzara görüntüsünden oluşan saniyelere vintage havası veren efektleri eklerken modum pek de fena sayılmazdı bu yüzden.

Fakat sonrasında, hala düşündükçe bunu hayatımın değiştiği o birkaç saniye olarak tanımlarım, telefonum hiç olmadığı halde deli gibi titremeye başladı. Mesaj beklediğim biri olmazdı, konuştuğum kişileri geçtim, takip ettiğim ve telefonumda barındırdığım uygulamalar dahi oldukça az ve sessizdi. Bu yüzden monitör ekranındaki ilgili bakışlarımı çatık kaşlarla değiştirip elime almıştım telefonu.

İsmi oradaydı. Her yerdeydi. Bir yıldan uzun süredir habersiz bir şekilde hayatımın her noktasına iliştirdiğim çocuğun güzel adını görüp durdum. İlk saniyelerde ne olduğunu anlamadım, ismini okuyup duruyordum sadece. Sınıf grubuna deli gibi yağan mesajlardaki Jungkook kelimesi, haber sitelerinin bildirimlerindeki Jeon Jungkook adlı üniversite öğrencisi ögeleri çarptı gözüme. Adıyla önce heyecanlansam da hemen ardından panikledim. Ne olduğunu anlamak için hiç değilse birkaç mesaji okumam veya haber sitelerinde ne yazdığına göz gezdirmem gerekiyordu fakat titreyen parmaklarımın yapabildiği tek şey telefonu tutabilmekti o an.

Telefonumdaki bildirimlere bakan dehşet bakışlarım odamın kapısının ani açılmasıyla hızla oraya dönmüştü. Hissettiğim gerginlikten olsa gerek, birlikte yaşadığım dayımı görmemle daha da hızlanmıştı kalp atışlarım.

"Taehyung," dedi sesindeki oldukça yüksek olan o kuşkuyla. "Şuna bir bakman gerek."

O an, telefonumu ondan destek alır gibi sımsıkı tutarken peşinden gittim. Son birkaç dakikadir adam akıllı tek bir nefes almamış olacağım ki göğsüm sızlıyordu. Yine de hızlıca merdivenlerden inip açık olan televizyonla bakışlarım kesiştiğinde, ilk defa yüzünü gördüğüm için kan ağladı içim. Aldığım yarım yamalak nefesler dahi tamamen kesilip gitti sanki.

Ekrandaydı. Hırpalanmış, ters kelepçe yemiş bedeninin polis arabasına konulduğu görüntüler haber bülteninin arkasında oynayıp duruyordu. Sunucu kadın bir şeyler açıklıyor, elindeki kartlara göz attıktan sonra devam ediyordu konuşmaya. Jungkook'un adını tekrardan duydum acıyla yanan gözlerimi hissettiğim anda. Kadının görüntüsü, evinin önündeki tutuklanış anından hemen sonra tekrardan verildi ekranlara. Zar zor birkaç kelimeyi seçmeye tam o an başladım.

"Kayıp küçük çocuğun davasında, bir şüpheli var." diyordu kadın diksiyonlu sesiyle. "23 yaşındaki üniversite öğrencisi, Jeon Jungkook."

Okuldan bir süredir uzaklaşmış yürürken düşünüyordum bunu. Bu cehennemin nasıl başladığını, yaşanan o andan sonra en ufak şeyin dahi iyi gitmediğini hatırlayıp duruyordum. Onu sevmeyi bırakırım, cinayetle suçlanan bir çocuğa kapılmamın önüne geçerim zannediyordum ama başarısızdım.

Öyle ki şuan gizlice onu takip ederken bunu başaramadığımı çok daha iyi anlıyordum.

Birkaç metre önümdeydi. Doğruyu söylemek gerekirse normalde böyle bir şeye asla cesaret edemezdim. Takip edildiğini anında anlayacağını, geriye dönüp beni bir güzel hırpalayacağından korkardım ki, anlardı. Dakikalardır, evine gittiğini düşündüğüm bu yolda onu takip edişime kayıtsız kalması mümkün değildi.

atlas | taekookWhere stories live. Discover now