Babam, annem kadar olmasa da ilgili bir babaydı. Onu çok sever ve saygı duyardım. Başarısını ve mücadelesini takdir ederdim. Eğitimim ile ilgili her konuyu anneme bıraksa da, üzerimde hakimiyeti hatırı sayılır ölçüdeydi. Çalışma temposu aşırı yoğun olduğu için bazı günler onu göremeden uyku vaktim gelse de her gece yanıma uğramadan yatağına gitmezdi. Bunu bilirdim çünkü aslında o ânlarda uykuda olmazdım.

Annemle ilişkisi hiçbir zaman sevgi dolu olmamıştı ama çevremdeki arkadaşlarımın aksine mutlu bir aile ortamına sahiptim. Ne çok sevgi, ne çok stres. Benim ailem sanki önceden kodlanmış gibi belirli rutinini sürdürürdü. Birbirlerine karşı duydukları büyük saygı bağı, sevgi eksikliğini yok ederdi. Herkesin bir görevi vardı ve annemde babamda bunu eksiksiz yerine getirirlerdi.

İkisi de iyi ebeveyndiler.

Yetiştirme yurdunda kaldığım günleri hatırladığım için evlatlık olduğumu hep biliyordum. Ailemin çocuğu olmuyordu ve o kadar zenginliğe rağmen dünyanın tüm teknolojilerini kullanarak yıllarca bunu denemişlerdi. En sonunda aldıkları kararla evlat edinmeye karar vererek uzun bir araştırma sürecine girdiklerini söylemişlerdi. Bu konuda, yeni doğmuş bir bebek evlat edinmeleri onlara tavsiye edilmiş ancak annem yeni doğmuş bir bebeğin bakımından çekindiği için daha büyük bir çocuk almak istediğini söyleyerek babamı ikna etmiş.

Sonuç olarak kader bizi bir araya getirdi.

Ben gözlerimi yetimhanede açtım. Çocukluğumun büyük bir bölümü orada geçti. Çalışan personellerin hepsini annem yerine koydum. Benim gibi orada yaşayan çocukları ise kardeşim, abim, ablam bildim. Elbette anlaşamadığım, kavga ettiğim, zıtlaştığım çocukların sayısı fazlaydı ama nihayetinde hepimiz çocuktuk.

Yurt müdürü Serpil anneye, ailem hakkında bilgisi olup olmadığını soruyordum o küçücük aklımla. 5 yaşında olsam dahi yurttaki çoğu çocuğa ablalık yapıyor, onların bakımı ile ilgileniyordum. Benden çok daha küçükler hatta bebekler dahi vardı.

Kimi terkedilmiş, kimi ailesini kaybetmiş.

Bir gün Serpil anneyi görevli Sema anneyle konuşurken duymuştum. Yeni gelen 3 aylık bir erkek bebek vardı. Ailesinin kaza geçirdiğini ve başka bir yakını olmadığını söylüyorlardı. Ben, o zaman kendi ailemin de kaza geçirdiğini düşünmüştüm. Sonra Serpil anneye bunu defalarca sormuş, tatmin edici bir cevap alana kadar yakasını bırakmamıştım. Ancak ailemin akîbetini asla öğrenememiştim.

Kimi ailesini kaybetmiş hiç yakını olmayan, kimi ailesi tarafından terkedilmiş yüzlerce çocuk... içimizdeki aile özlemini bastırmak için birbirine kol kanat geren yine yüzlerce çocuk.

Hepimizin hayalleri vardı ve bu hayallerin başı bir aileye, anneye babaya sahip olmaktı.

Ben şanslı bir çocuktum.

Genç kız olduğum dönem merak ederek annemden gizli yetimhaneye ziyarete gitmiştim. Serpil anne hâlâ orda görev yapıyordu ancak oldukça yaşlamıştı. Beni görür görmez tanıyan kadının gözleri sevinçle parlamıştı. Onunla havadan sudan sohbet ederek en sonunda konuyu aileme getirmiştim.

Bana ailem hakkında hiçbir kayıt olmadığını söylediğinde ise içimdeki umut filizleri büyümeden solmuştu. Yüzümün düştüğünü gören Serpil anne halime üzülüp açıklama gereği duymuştu.

"Tuğra'cım bir gece güvenlikten telefon aldım. Kapının önünde ağlayan bir bebek olduğunu söylediler. Yurdun dış kapısına çıktığımızda üzerinde siyah, tuhaf bir örtüyle seni bulduk. Henüz yeni doğduğun çok belliydi ama sesin oldukça güçlüydü. Doktorlar kontrol ettiğinde açlık dışında bir sorunun olmadığı için rahatladık."

TUĞRA [İNVERNESS 1]Where stories live. Discover now