GİRİŞ 1.2

22 3 0
                                    


Kötü başlayan hayatımın en büyük tesellisi her daim beni sevecek bir eşimin olacak olmasıydı.

Öylesine berbat bir hayat sürüyordum ki bunun tek çekilir yanı hayallerimdi. Bu kadar sevgisiz bir ömrün bir karşılığı olmalıydı değil mi?

Hep öyle değil miydi? Hayat verdikleri kadar alıyor aldığı kadar geri veriyordu. Yarıya bölünmüş ömrümün ilk yarısını çile dolu yaşarken geri kalan ömrümü ferahlık içinde geçirecektim.

Beni deliler gibi sevecek olan o erkek bir gün karşıma çıkacak ve beni bu hayattan kurtaracaktı. Buna kendimi öylesine inandırmıştım ki mükemmelliği ayırt ederken karşıma çıkan onca erkeği elemem hiç de zor olmamıştı. Nihayet bir gün işte o bahsettiğim adamı buldum dedim.

Kıt kanaat geçindiğim hayatımda zar zor bir memur olabilmiş ve o hayallerimi süsleyen adamla bir yemek davetinde tanışmıştım. Beklenen hayat geldi dedim kendime. Bana öylesine güzel bakıyordu ki sanki gözlerine beni değil dünyayı sığdırıyordu. Her kadının hayalini süsleyebilecek potansiyelde biriydi.

Bende ise tek noksan bir hal vardı o da evlilik idi. Güzel bir kadındım. Hayatımın karanlıklarına rağmen kahkaham etrafı doldururdu. Kendimden emin özgüvenim birçok erkeği baştan çıkaracak kadar keskin kokuluydu. Parfüm kullanmaz makyaj yapmazdım. Buna rağmen üzerimde dolaşan eşsiz cazibe bir bakışımla karşımdakini alıp götürürdü.

Ama eşimi bana, beni ona bağlayan bunlar değildi. Anlam veremediğim bir hali vardı.

Sanki o da bu koca dünyada benim gibi yalnız kalmış hatta sevgisiz büyümüş de korunmaya ihtiyacı olan küçük bir oğlan çocuğu gibiydi. Kanayan bir yarası vardı. Yaralarımızı beraber saracaktık.

Öyle de oldu. Onun yaralarını özenle sardım. Her daim güler yüzlü ve şefkat doluydum. Birçok erkeğin yaşamak istediği eşi ona yaşattım. Çünkü onu her geçen gün biraz daha aşırı sevmekten kendimi alamıyordum. Sevgi ihtiyacımı öylesine biriktirmiştim ki ona akıtmaktan kendimi alıkoyamıyordum.

Dolup taşıyordu artık. O ise biriktirdiği tüm öfke ve kinini bana kusuyordu. İkimiz de biriktirmişliklerimizi döküyorduk ortaya. Her geçen gün yarasını sarıyordu. Bende ise açtığı yaraları görmezden gelerek. Ama yine de ona küsemiyor bir iki günün kızgınlığının ardından onu ilk öpen yine ben oluyordum. Ne acayip böyle böyle tam 17 yıl geçmiş. 17 yıl içindeki kinini tüketmeye yetmemiş benim de içimde yanıp tutuşan sevgi ihtiyacı bir kez olsun körelmemişti.

Koca dünyada herkes payına düşen sevgiyi kapmış da bir ben eksik kalmışım gibi. Şöyle bir çevreme baktığımda sanki herkes mutlu sevgilisiyle deli divane sevişiyor. Bense öylesine sevgisiz öylesine ilgisiz bir damla sevgiye muhtacım.

Dönüp geriye baktığımda bana aşık olan onca erkekten hangisiydi doğru olan diyorum? Doğru kişi kimdi? Ben nerede yanlış yaptım? Her birini terk ederken ya da reddederken kimi kırdım? Ama ben kimseyi kıramam ki.

Bana duyulan sevgiye duyarsız kalamazdım. Bu benim elimde olan bir özellik değildi. Kaderimden bana kalan bir mühür misali. Her birinin bana hissettirdikleri altın değerindeydi. Her biri biraz daha bana yaşama umudu verirdi.

Aslında hep hissettiğim onların kalbinde bana duydukları heyecandı. Sanki onların hisleri ile bedenim besleniyor hayatta kalıyordu. Beni görmek için kapılarımda bekleyen mi dersiniz başkasının bahçesinden çaldığı gülü saklarken zarar görmesin diye çeketinin altında özenle gizleyen mi? Her birine gülümserdim.

Ne bana verdikleri mektupları yırtıp attım ne de kalplerini incittim. Onlarda beni görmek en arzuladığım his iken onlara nasıl zarar verebilirdim? Bu yalnızca bekarken başıma gelen de değildi. Evliyken bile şansını denemek isteyen sevdalı oldu. Ama nedense gençlik her zaman daha masum ve daha saf geliyor insana.

Evliyken önüme çıkanlar bekarken çıkmamış olmanın şansızlığını sundular önüme ama yine de onları da sevecen bir şekilde reddettim. Güvenmemiş olmama rağmen... Yaşadığım sevgisizlik sadakatimi kirletemedi. Peki böyleyken ben kimi incittim?

Sırtıma yediğim darbe ile irkildim. Kulaklıklarımı hızla çıkarıp arkama baktığımda öfke canavarım başıma dikilmiş yine bağırıyordu. Elleriyle kulaklıklarımı göstererek;

"Bu ne kafa ya!" süpürgemin düğmesine hemen ayağımla basarak durdurup;

"Ne var ne oldu?" dedim.

"Duymuyor musun kızım iki saattir sana sesleniyorum. Çocuklardan biri düşse haberin olmayacak. Duyarlı anne işte! Mal!"

"İş yapıyorum bir zahmet baksan incilerin dökülür."

"Kim dedi bu saatte iş yap diye!"

"Yarın işe gideceğim işten mi gelip yapayım!"

"Bir zahmet kurslarından feragat edip evinle ilgilensen böyle olmaz. Ne biçim kadınsın el alem dizini kırıp evinde oturuyor. Bizimki sanırsın çocuklu kadın değil. Orda burada fink atıyor. Hayır, biri biter biri başlar şimdi ne kursu buldun kendine ha?"

Sinirlenir ama gönderir bizimki. O yüzden görmezden geliyorum artık bu hallerini hatta tiye alıyorum. Kendim olmaktan asla vazgeçmedim. Bir an olsun ödün versem beni kendi karanlığının içine çekecek.

İstediği ne, kendisi bile bilmiyor. İyi bir anne olsam da dört dörtlük kadın olsam da ona göre ben hep eksik hep hatalıydım. O yüzden onun karanlığından çabuk sıkılıp kendi renklerime tekrar dönüş yaptım. O asla mutlu olmayacak.

Beni de mutlu etmeyecek ama yine de seviyorum işte. Kötünün iyisi derler ya hani bizimkisi öyle yine de iyi bir baba ve yine de benim yanımda işte.

"Okçuluk."

"Ne!" tam gidiyordu ki yerinden fırladığı gibi geri döndü;

"At bitti. Şimdi de okçuluk mu?"

"Evet süvari olup savaşa katılacağım."

"Ya kızım otur evinde yemek yap yemek!" Kendisi iyi bir birimde emniyet amiri olan eşim bana otur evinde derken kendisi yükselmeyi hedef haline getirmiş. Yine de yaşamak istediğim hayat bu muydu?

Tekrar kulaklığı kulaklarıma takıp süpürge makinesini çalıştırdım. Hak ettiğim demeyelim de hayallerim diyelim; belki çok haksız hatta hadsizdiler. Ama ben bilemedim işte; istemek hak sahibi yapar sandım.

Çok seven bir adam olacaktı eşim, böyle hayal etmiştim. Bir de yaşım ilerledikçe daha cüretkar olmaya başladım ve masa başı basit bir memur olmaktan çok daha fazla şey istediğimi anladım.

İnsanlar ekstra lüks otellerde tatillerini yaparken biz indirim kolluyoruz. Ev sahibi olmayı hayal ederken bakıyorsun birçok insan villalarda yaşıyor.

Nasıl bir şey yarın korkusu yaşamadan, elindeki paranın dizginlerini tutmadan yaşamak, düşünmeden tüm lüks otellerde tatil yapıp ülkeden ülkeyi gezmek?

Geldim mi 40 yaşına.

Bundan sonra ne olacak ha hayatımda? Bitti zaten. Memur maaşı ile kuracağım hayat; borçtan kurtuldunsa en iyi başarı işte.

Bir de derler ki 40 yaş kadın büyük bir dönüşüm yaşar. Kadının altın yaşıdır 40 yaş; şehvetin de aşkın da pik yaptığı evredir.

Kadın tekrardan var olur, bir anka gibi küllerinden yeniden doğar. İki çocukla yeniden doğuş mu kalır balina olmaya yol almışken.

Dönüp bir kez daha bakıyorum şöyle alıcı gözüyle kendime; ne yeniden doğuşu bu dönüş tahtalı köye yol almış gidiyor yüzüm. Bu halimle kim bana aşık olacak? Hele de hayallerimde buruk kalmış o gerçek sevgi.

Gülerim ben bu hayale. Yok öyle hayallerime kanmalar o hata bir kez olur. Ne demişti benim koca; kır dizini otur oturduğun yerine.

Ben de aynen öyle yapacağım.

KARTELİN KARISI Where stories live. Discover now