"Sorsana siyah çayları var neden hiç yapmıyorlar?" Ewan mutfaktaki yaşı büyük kadına cümlemi çevirip cevabını aldı.

"Bir tüccardan almışlar ama onlar senin gibi pişirmemiş. Beyimiz beğenmediği için bir daha yapmamışlar" bardağın birini Ewan'a uzatıp kendi bardağımı da alarak içmeye başladım. Yanii biraz acıydı ama gideri vardı. Birazcık şeker atarak içmeye devam ettim sonuçta bir Karadeniz çayı değildi. Resmen mest olmuştum içerken. Ewan'da benim gibi şeker atarak içmeye başladı. Beğendiği surat ifadesinden belliydi.

"Tadı acı ama garip bir şekilde kendini içiriyor" diyen Ewan'ı mutfakta bırakıp albaya da çay doldurup odasına yürüdüm. Arkamdan Ewan'ın kahkahasını  duymuştum yine.   Merdivenleri çıkarak odasının önüne geldim ve kapısını tıklattım. Ses gelmeyince, koridordan geçen bir nöbetçiye albayın yerini sordum. Dougal uyuzunun çalışma odasında olduğunu söylediğinde huzursuzca adımlarımı oraya çevirdim.

Çalışma odasının kapısına geldiğimde içeriden sesler geliyordu. Kalabalık olduğunu anlayarak girmesem mi diye tereddüte düştüm. O esnada açılan kapı  ile içeridekilerle göz göze geldim. Mor kilti olan ve dünkü müsabakalarda gördüğüm bir savaşçı odadan çıkıyordu. Bana gülümseyerek kafasını eğen adam 'merhaba leydim' dedi. Kazananlardan biri olduğunu hatırlayıp ben de ona selam verip kafamı çevirdim ve Dougal gıcığıyla göz göze geldik.

"Tuğra kızım" diye seslenen albaya bakarak gülümsedim ve odaya girerek elimdeki bardağı ona uzattım. Onur albay bardaktakinin çay olduğunu anlayıp kocaman gülümsedi. Odadaki herkes albayın gülümsemesiyle oldukça şaşkın duruyordu.

"Bunu nereden buldun?"

"Üzümünü ye bağını sorma" diyerek gülümsedim. Dougal'ın bir baş hareketiyle odadaki herkes dışarıya çıkmıştı.

"Oğlum bundan sen de denemelisin çok güzeldir" diyerek çayını içmeye başladı. İçmek istiyorsa kendi gidip mutfaktan alabilirdi.

"Görüşürüz kom, Quany" diyerek kapıya yürüdüğümde Dougal'ın sert sesini duydum. Emir vermeye o kadar alışmıştı ki adam resmen cümle kuramıyordu.

"Dur!" Arkamı dönüp sinirli bir şekilde ona baktım. Masasının çekmecesini açarak, yanımda getirdiğim bir paket çikolatamı çıkartıp masanın üzerine sertçe bıraktı. Sahi benim bir çikolatam vardı.

"Bunu bana açıklayın!" Sesinde adeta öfke vardı. Kısa bir an albayla göz göze geldik.

"Eşyalarımı sorgulama ve karıştırma hakkın yok!" Diyerek birkaç adımla masaya yöneldim ve uzun paketli çikolatayı almaya yeltendim. Ancak Dougal, hızla çikolatayı eline alarak üzerini incelemeye başladı.

"İngilizce, Osmanlı'ca ve Latin alfabesiyle başka bir dil daha yazıyor. İçinde gıda maddeleri var. Bu bir tür yiyecek mi?" Osmanlıca sandığı şey aslında Arapça, Latin alfabesiyle olan dil ise Türkçe'ydi. Bildiğin milka çikolataya adam uzaylı muamelesi yapıyordu.

"Evet bir yiyecek o, alabilir miyim?" Diyerek elimi uzattım. Dougal, kararmış bakışlarıyla bana bakmaya başladı.

"Bu nasıl bir yiyecek merak ettim doğrusu. Ayrıca o üzerindeki sayılar ne?" Son kullanma tarihinden bahsediyordu. Kıvırmak için yapacağım tek şeyi yaparak hızla uzanıp elindeki paketi çektim ve paketini açtım. İçinden çıkan çikolataya uydurabileceğim tek kılıfı uydurmaya başladım paketi açarken.

"Birçok ülke gezdim. Onlardan birinden almıştım, buyur. El fenerimi de geri istiyorum" diyerek bir dilim çikolatayı uyuz Dougal'a uzattım el mecbur. Bir dilimde komutana uzatıp bir dilimi elime aldım. Gözlerimi kapatıp minik minik çikolatayı yemeye başladım. Paketini de elime aldım, yakacaktım.

TUĞRA [İNVERNESS 1]Where stories live. Discover now