BÖLÜM İKİ

99 19 8
                                    


"Hadi artık kaldır şu kıçını! Hava kararmadan önce işimizi halletmemiz gerek Effy!" Elena kapımı çalmadan odama girdiğinde yavaşlığımdan ötürü bana homurdanıyordu.

"Aman be, patlama geliyorum!" Siyah elbisemin üzerine kalın paltomu ve yünlü şalımı geçirerek, Elena'ya surat asıyordum. Tanrım sanki çok mühim bir iş yapacaktık. Alt tarafı kızların çevreden toparladıkları paraları iki sokak ötedeki bahis evine bırakacaktık. Çok matah bir şeydi sanki.

Koridorda, sırtını paslı duvara yaslayan kızıl kadına doğru dürüst bakamadan kapımı kilitledim. İki kere üst üstte.

"Biliyor musun buraya ilk geldiğimde seninle doğru dürüst kaynaşamayız sanıyordum, halbuki ne kadar tuhaf biri de olsan iyisin."

Elena, apartmanın giriş katına çıktığım sırada bana yetişmişti ve hakkımda konuşmaya çalışıyordu. Gerçi söylediklerinde de yanılmıyordu. Burada, dışarıdaki tüm işlerine ben yardımcı oluyordum. Diğer kızlara göre yaşı daha küçüktü ve suratı bebek gibiydi. Ne zaman dışarıda işi çıksa, mutlaka peşine yapışan bir sapık olurdu.

Aslında Elena'nın her ne kadar geceleri o adamlarla aynı odaya çekildiğini bilsemde, pis adamların gündüzleri kişisel alanına saygı duymamalarına çok sinirlenirdim. Bu yüzden Elena'nın yanında asabi suratımla dururdum.

"İyi miyim?" dedim dudak bükerek. Apartmandan birlikte çıktığımızda, çamurlu suyla ıslanmış arnavut kaldırımlarına yansıyan bedenlerimizi dikizliyordum. Elena güzel kızdı. Benden oldukça uzun boylu ve sıfır bedendi. Başka bir evde gözlerini açmış olsaydı eğer, sıkı bir Hollywood yıldızı olurdu. Bebek gibiydi.

Kendime bakmak istemedim bir an. Sıska boyumla, tuhaf ince kaşlarım ve yanaklarıma kadar çille donanmış suratım şimdiden soğuktan kızarmıştı. Üstelik siyah saçlarımında aman aman bir artısı bile yoktu. Kabarıklardı.

"Evet iyisin! Senin kalbindeki o insana ulaşabildiğim için çok mutluyum. Tabi zaman zaman damarına basılmış bir keçi gibi inatçı olmanı unutmuyor değilim!"

Gülerek, koca bir adım attığında neredeyse aramızdaki farkı açıyordu. Aman, sanki çok matahtı sakin olmak. Ona omuz silktim. "Bu inatçı halimle mutluyum." Galiba anlaşamadığım tek yönüm kafamdaki birden fazla seslerdi.

"Hadi," dedim pazar sokağına adım atarken, Elena'nın aşıkları bir bir dükkanlarından fırlayacak ve bizleri lafa tutacaklardı. "Oyalanmadan, şu bayiye gidelim!"

"Haklısın, saat öğleni geçiyor. Şanslıysak çok fazla sırada beklemeyiz."

Elena'nın koluma girmeye çalışmasıyla konuşmamız yarıda kesildi zira ben temastan hoşlanmazdım. Bir kere daha ona karşı sinirlenerek konuştuğumda, ağzındaki yapay fermuarı çekmişti.

Oh be. Sessizlik.
Nasıl güzel mi?

Sen kendi işine baksana!

Ha! Ha! O karşıdan gelen pala bıyıklı adamda kim? Bize mi bakıyor!

Yanılıyordum. Elena'nın aşığı tam anlamıyla beni sollayarak, dibimizde durdu.

"Sevgilim!" İğrenç sesi ve yapay nezaketi, sıfır puan.

Elena, şimdiden sıkılmış gibi yanaklarını şişirdiğinde, "Lütfen Jhon müsade eder misin? Çok acil bir işimiz var." diyor, durumunu izah etmeye çalışıyordu.

Fakat yaşından ve başından utanmayan pala bıyıklı herif durur mu? Asla. Elena'ya gideceği yere kadar eşlik edeceğini hatta ve hatta bana bile akşam yemeği ısmarlayabileceğini söylüyordu. Hiç farkında değildi ama bu adamın peşimize dolanmasıyla neredeyse çaprazımızda duran bayi dükkanına gelmiştik.

Frank Ray: LONDRA'NIN YÜZ KARASIWhere stories live. Discover now