KOD ADI: Akhilleus'un Öfkesi

Start from the beginning
                                    

Küçük odaya girip siyah tişörtünü çıkardı. Kumaş parçasını camın kenarında kalan varilin içine attı. Daha sonra pantolonunu ve postallarını da demir yığınına doğru savurdu. Hepsinin üstüne benzin döküp, eşyalarının alev almasına neden olduğunda bir süre yükselen ateşi izledi.

İç çamaşırını da çıkarıp ateşin içine attığında, doğruca camlarla çevrili alana girdi. Soğuk suyun bedeninden dökülmesine izin vererek, öylece siyah fayansların üstünde dikilmeye başladığında ellerinden kayan kanlar gidere süzüldü. Eldiven kullanmasına rağmen nasıl bu kadar dağınık çalışabilmişti, anlayamıyordu. Genelde dikkat eder, muntazamı esas alırdı fakat bugün kafası oldukça dalgındı.

Buz kesmesine sebep olan su tenini dağlarken öylece durarak dakikaları devirdi. Duştan çıkıp beline doladığı havluyla odadan ayrıldığında doğruca eşyalarının bulunduğu bölmeye girdi. Kıyafetlerini üstüne geçirip postallarının durduğu kısımdan bir çift ayakkabı alıp giydi.

Odadan çıkıp çalışma alanına yöneldiğinde, duvarda asılı duran silahlarına göz atarak her şeyin yerli yerinde olduğundan emin oldu. İçki standından kaptığı viskisiyle sandalyesine kurulduğunda, arkasına yaslanarak bacaklarını uzattı ve topuklarını siyah mermerden oluşan masasına iliştirdi. Kapağını bir kenara fırlattığı şişenin ağzını dudaklarına yaslayıp, yakıcı alkolden büyük bir yudum aldığında saatlerin ardından kendini ilk kez azıcık bile olsa iyi hissetti.

Masanın üstünde duran kumandayı parmaklarına iliştirip, ortadaki tuşa bastığında kulağına erişen melodiler eşliğinde bir sigara yaktı. Çektiği duman yanaklarının çukurlaşmasına neden olmuş ve ciğerlerine bahşettiği zehir tatminkâr bir hissin kanına sızmasını sağlamıştı. Kara gözlerini omzunun ardında kalan büyük camlara çevirerek bir süre ayaklarının altında yatan şehri izledi. Binaların ışıklarıyla süslenen bu yerde istediği verimi almıştı. Öyle ki tahmin ettiğinden daha kısa bir süre burasını kendine mesken edecek sonra yine başka bir ülkeye gitmek üzere yollara çıkacaktı.

Adam yıllardır dünyanın her metrekaresini karış karış geziyor ve bir umut, var olduğunu duymak istediği kişiyi arıyordu. Kendi sonunu getirmeyip yola devam etmesini sağlayan tek şey, yaşamını anlamlandıran o badem gözlere doya doya bakmak istemesiydi.

Asansörün kapıları açıldığında genç adamın işittiği adım sesleri, bu dünyada güvendiği yegâne insanlardan birine aitti.

Yirmi yedi yaşındaki yeşil gözlü adam, kendinden emin bir şekilde konuştu. "Jean Claude Borelly." Yüzündeki tebessümle gözlerini yumdu. "Caz müziği şeytanla ilişkilendirmek ne büyük saçmalık."

Başını hafifçe iki yana salladıktan sonra tam karşısında duran adama baktı. Masasına ayaklarını uzatıp geriye doğru uzanmıştı. Yüzünü tam göremiyordu fakat buna gerek yoktu. Simasını unutamazdı çünkü her daim aynı ifadeyle bakardı. Yıllardır tanıyordu onu. Görmese bile siyah denebilecek kadar koyu olan kahverengi gözlerindeki donukluğu bilir, mimiksiz sıfatını kendine kalkan ettiğini anlardı. İtiraf ediyordu ki yeşil gözlü adam ondan çekinirdi. Bazen korkardı ama ona duyduğu saygıyı kimseye duymadığına da emindi zira bu hayatta boyun eğdiremeyeceği tek kişi, siyah gözlere sahip genç adamdı. Babasının da dediği gibi kaybedecek bir şeyi olmayan insan gezegendeki en tehlikeli varlıktı.

Avucunun içinde duran flaş belleği daha sıkı kavradığında yüreğinde korku filizlendi. Sabaha karşı ona ulaşan zarfın içine bırakılmış olan bellek, yeşil gözlü adamın tedirgin hissetmesini sağlamıştı. Eski dostuna yaklaştıkça korkusu artıyor, onun hiddetine maruz kalabilecek olmak arkasına bakmadan kaçmak istemesine neden oluyordu. Masanın önünde dikilip, gümüş renkteki küçük belleği kaldırdığında bu malumatı kendine saklayamayacağının bilincindeydi çünkü dostu parmaklarının arasındaki flaşın içindeki bilgi için yaşıyordu. "Sabah isimsiz biri bana bunu yolladı. İçindekileri teyit ettirdim. Kaynak doğru."

PERSONAWhere stories live. Discover now