1.8

182 34 6
                                    

İçeri girdiklerinde gördü ablası ikisini. Olabildigince hızlı bir şekilde yanlarıne indi. Kardeşini sorgulayacaktı. Aynı riski tekrar alıyordu. Felix'e asla güvenmese bile onun yanında konuşmayı göze almıştı.

" Lewis, ne yapıyorsun?"

" Sence ne yapıyora benziyorum abla."

" Bak, bunun bir suç olması bir yana. Ona nasil güvenebiliyorsun?"

" Abla onu seviyorum."

" Diğerini de sevdiğini söylemiştim."

" O pislik ile Felix'i bir tutamazsın."

" Ne kadar tanıyorsun onu?"

" Sana açıklama yapmayacağım."

" Bir kişi bile bu evde beni umursamıyor."

" Abla, beni de anlamaya çalış. Rica ediyorum."

Kalenin içinde çalışanlar ve dükün geniş ailesi dışında yaşayanlar vardı. Etrafındaki malikelerin içinde bazı aşırı zengin burjuvalar konaklıyordu. Kalabalıktı yani etraf ama Felix Lewis dışı kimseyi umursamıyordu oradaki.

Lewis onu sürükledi. Ona bir oda ayarlanması için emir verdi. Ona bir oda hazırlanana kadar da kendi odasında kalacaktı. Felix çantasını yatağın kenarına kendini yatağın üstüne bıraktı. Gülmeye başladı.

" Ağabeyim delirecek. Yüzünü hayal edebiliyorum da... Ah, çok güzel!"

" Delisin sen!"

" Beni delirtiyorsun."

" Duygularımız karşılıklı Mösyö Seo."

" Beni kendi soyadınla mı çağırdın az önce?"

" Alışman için diyelim."

" Ha öyle yani. Sanki bunu insanlara duyurabilecekmişsin gibi." Lewis paltosunu asıyordu. " Hey!" Felix yatakta doğrularak oturur pozisyona geçti.

" Mektuptaki masalı bana açıklasana."

" Ya sadece bir kodlama bulamadığım için kullandığım aptalca bir şeydi."

" Hadi ama merak ettim."  İç cebinden bir kağıt çıkardı. " Yanımda işte." Yanına oturdu Lewis.

" Bak şimdi" ilk cümleyi gösterdi. Cadı Ki vermedi dilek hakkını yine. " Dilek hakkı benim Thouras'a yerleşmek hakkındaydı. Cadı Ki de annemi temsil ediyor. Aklıma bir şey gelmedi. Sadece Ki kelimesi benim aile üylerimi temsil etmek için kullanıyor."

" Genç Ki sen oluyorsun o zaman."

" Aynen."

" Peki sarı çiçek?"

" O sensin."

" Anladım. Peki perşomen mektupları mı temsil ediyor?"

" Kesinlikle."

Vezir ne yapıyor? cümlesini gösterdi. " Vezir ağabeyin."

" Şimdi taşlar yerine oturdu teşekkür ederim." Felix'in alnına bir öpücük kondurdu. " Rica ederim."

" Peki, buradayken ne yapacaksın?"

" Bilmem. Sen ne yapıyorsan?"

Günleri cidden beraber geçiyordu. Her şey çok güzeldi. O hoşlantıları aşka dönüşmüştü zaten. Dünyayı karşıya alabilecekleri bir bağ oluşmuştu içlerinde. Minho geldiğinde görevliler içeri girmesine izin vermese de Felix kaleden onu izledi. Sorunsuz iki ayları olmuştu ama bildikleri gibi her şey eninde sonunda patlak verecekti ki olmuştu da.

Bir sabah yine beraber atlarıyla kale bahçesini gezdiler. Atlarını bıraktılar ahıra. Bağlarken Felix'in dudaklarına kaçamak bir öpücük bıraktı Changbin ve her şeyi bozacak bir hata yaptı. Kalenin etrafında yaşayan burjuvalardan birinin oğlu gördü. Dükü ibne olarak çağırmaya dili varmadı. Onun yerine kendisi gibi bir burjuva oğlu olan Felix'i fahişeymiş gibi anlattı. Dedikodular Lewis'in annesine ulaştığında her şey daha da kötü oldu. Bir gece Lewis'in odasına girdiğinde yalnızca üzeri çıplak olan oğlunun göğüsünde yatan Felix'i gördü. Oğlunu bir eşcinsel olarak duyuramazdı. Lewis'e her ne kadar hesap sorsa da hizmetçilerin gözü önünde Felix'i Lewis'i yoldan çıkarmak ile suçladı. Lewis henüz daha bir şey yapamadan olan oldu. Felix'in bir ibne olarak adı çıktı. Felix'i almak icin askerler geldi. Lewis karşı koydu. Kolunda koca bir yara izi oluştu bu yüzden.

" Onu almayın yalvarırım!" çaresiz Lewis'in son cümleleriydi. Felix korkuyordu, ağlıyordu. Bir şey diyemedi. Sadece titriyordu. Karşı koyamıyordu. Henüz daha yargılanamadan hapse atıldı. Gazeteler o ibne çocuğu duyurdu Fransa'nın her bir tarafına ibretlik olsun diye. Sürekli gazete alan Minho'nun bunu duyması işten bile değildi.

Suç- ChanglixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin