Bölüm On Altı

1.5K 263 89
                                    

'Her şey senin için sevgilim. Verdiğim tüm savaşlar, tutunduğum tüm umutlar ve feda ettiğim tüm kalbim...'

***

Daisy

Vernon'u ayin alanındaki odasına kadar yavaşça takip ettim. Benden hızlıydı, bense ayaklarımı sürüyerek yürüyor, bu karşılaşmayı olabildiğince erteliyordum. Yine de ne kadar ertelersem erteleyeyim eninde sonunda onunla yüzleşmem gerekiyordu. Ne diyecekti? Her şeyi unutmuşa benziyordu, çizdiğim çemberi ona nasıl açıklayacaktım?

Koridoru döndüğümde Vernon odasına giriyordu. Arkasına bir kez bile bakmamıştı, onu koşulsuz takip edeceğimden çok emindi. Adımlarım gittikçe yavaşlarken kalbim çılgınca atmaya başladı. İçimde bir yandan ona sarılmak, bir yandan da ondan kaçma isteği vardı. Hangisinin ağır bastığını ilk kez bilmiyordum.

Ardına kadar açık kapıya ulaşmadan bir adım ötede durdum ve derin bir nefes daha çektim içime, sonra sağ elimi sızlayan kalbimin üzerine bastırıp duygularımı göz ardı etmeye çalıştım. İçimde ağır bir tedirginlik vardı ve biliyordum ki bu tedirginlik uzun süre bende kalacaktı.

Ta ki Vernon'u geri alana dek.

Daha fazla beklemek istemedim, kaçınılmaz olanı ertelemenin hiçbir yararı yoktu çünkü. Bu yüzden yavaşça açık kapıdan girdim. Vernon meşe ağacından yapılmış, eskimiş yüzeyinde çiziklerle dolu masasının hemen yanında ayakta duruyordu. Bana bakmıyordu, gözleri masanın ardındaki geniş penceredeydi. Şehre bakıyordu, yanına ulaşana dek yürüdüm. Durduğumda kalbim de durmuştu.

Çekim yoktu, her zamanki hisler yoktu.

Bakışlarım yine tanıdık yüzüne, güçlü bedenine ve hala ihtişamla ensesine kadar uzanan siyah saçlarına odaklandı. Beden aynı bedendi ama ruh yoktu. Bu da bana buraya geldiğim ilk gün bir parça da olsa içinde bir ruhun olduğunu söylüyordu. Olmasaydı eğer şimdiki gibi hissederdim, asla ama asla o zamanlar hissettiğim tüm o baştan çıkarıcı ama aynı zamanda ıstırap verici çekim orada olmazdı.

Kayıp büyüktü, kalbim bu kayıp yüzünden ağrırken bakışlarımı onda daha fazla tutamadım. Ellerimi önümde birleştirip konuşmasını bekledim, tek bir kelime bile etmeden bir süre bu şekilde kaldık. Sadece şehre baktık, sokakta aylak aylak gezen birkaç Fısıldayan vardı. Ormanı kaplayan hastalığa odaklandım, sonra oluşturduğum ama artık neredeyse görünmez olan koruyucu duvarı inceledim. Bunu yapmak için çok fazla şey kaybetmiştim, hala içimdeki boşluğun o derin acısını hissedebiliyordum. Bu, Vernon'un yokluğuyla birleştiğinde... Acı dayanılmaz bir boyuta ulaşmıştı.

Tedirginlik yeniden arttı, ellerim karıncalanmaya, bedenim titremeye başladı. Yanında durmak istemiyordum, ondan korktuğum için değil, o aslında o olmadığı için. Onu kurtarmak için bir yol aramam, bulmak için de çok çabalamam gerekiyordu ama bunu burada sessizce dururken yapamazdım.

''İyi misin?'' diye sordum sonunda. Sesim boğazımda oluşan derin yumru yüzünden boğuk çıkmıştı. Rahatsızca öksürdüm ve önüme bakmaya devam ettim, ona bakmak tüm duvarlarımı yıkabilirdi.

''Gayet iyiyim Daisy, hiç bu kadar iyi hissetmemiştim.''

Ona bakmama kararım anında tuzla buz oldu. Bakışlarım yüzünün huzurlu şeklini algıladığında kalbim umutla tekledi. İyi miydi? Aslında iyi gözüküyordu, yorgun değildi. Onu ilk gördüğüm anki gibi bakışları canlıydı. Kraliçe onu etkilemeyi başaramamış olabilir miydi?

Tüm bu sorular içimde bir heyecan dalgası oluşturdu ama sonra Vernon bana döndü ve konuştu.

''Peki, sen iyi misin?''

Fısıltı Lordu ve Onun Küçük Kurtarıcısı ( -TAMAMLANDI- ) Where stories live. Discover now