TEMPERSİTAR - 21. BÖLÜM - YEDİ BÜYÜK GÜNAH

365 30 40
                                    


🔮

"Evet Dorian her zaman seveceksin beni. Çünkü ben senin işlemeyi göze alamadığın tüm günahları simgeliyorum."

Oscar Wilde'ın "Dorian Gray'in Portresi" adlı kitabından çıkarmamız gereken bir ders varsa o da hayatımızı değiştirebilecek o tek bir cümlenin ne olacağına çok dikkat etmemiz gerektiğiydi. Lord Henry gibi etkileyici ve akıllı bir centilmenin bizi şeytan bir Dorian'a çevirmesi tek bir sohbete bakardı. Bir sabah uyanıp, artık böyle yaşamak istemediğimize ve tamamıyla bencil olmak istediğimize karar verebilirdik.

Birini sırf bizim işlemeyi göze alamadığımız onca günahı temsil ettiği için sevebilirdik.

Ya da bir dostu gözümüzü kırpmadan harcayabilirdik belki, şefkati bizi kızdırdığı için.

İnsanoğlunun neyi neden yaptığını anlamak, ilk insandan beri mümkün değildi bence. Bunun yeni bir şey olduğunu sanmıyorum.

Sorun şu ki, bir elementerin insandan tek bir farkı vardı o da varoluş amacı. Ne yazık ki, geri kalan her türlü kusur fazlasıyla elementerlerde de mevcuttu...

Manipülatif olanı, kötü olanı, iyi olanı, yalancısı ya da korkağı...

Alderwild'e ilk geldiğimde ne bekleyeceğimden emin olamamıştım. Belki de elementerler yapıları gereği içinde kötülüğü barındırmıyordu, öyle değil mi? Bunu beklemek hakkımdı bence...

Ama, ne zaman işler istediğimiz gibi gitti ki sanki, değil mi?

Akademiye geldiğimden beri sürüklenip durduğum çok an oldu. Neredeyse, Dagora benim Lord Henry'm olacaktı! Beni cümleleriyle esir edip avucunun içine alacaktı ve ben gözlerim sonsuza kadar kapalı bir biçimde onun süs köpeği olacaktım. Onun iyi biri olduğuna inanmıştım... Bundan sıyrıldığımı sandığımda ise, çevremdeki beklentinin esiri olmaya başlamıştım. Bir tulpar sahibi olarak bir şeyler yapmam bekleniyordu, en yakınım tarafından bile. Ki kimseyi suçlayamam, ben olsaydım ben de beklerdim. Ancak merak ettiğim bir şey varsa, o da ne zaman kalbime bıçağı saplayıp portedeki genç halime geri döneceğimdi...

Belki de benim gibi kendine güveni nispeten eksik olan tecrübesiz bir elementer, yönlendirilmeye mahkumdu. Bu durumda da yapabileceğim tek bir şey vardı, o da Lord Henry'mi akıllıca seçmek.

Ne babama, ne Dagora'ya, ne Aron'a güvenmiyordum. Beni yönlendirmesini istediğim tek insanın ise yüzünü günler önce bir anıda ilk kez görecek kadar berbat bir durumdaydım. Eh, bu durumda başka bir seçeneğim kalmamıştı. Ben de kendimi Chris'in gösterdiği yola adamıştım. Benim yaşımda, benim korkularımı paylaşan genç bir elementerin izinden gitmeye razıydı aklım da kalbim de. Nedense, onun beni hayal kırıklığına uğratmayacağına ya da beni yarı yolda bırakmayacağına dair güvenim tamdı. Bir gün bir uçurumun kenarından aşağı düşersek eğer, bilecektim ki o da benim gibi o uçurumdan habersizdi.

"Neye gülümsüyorsun?" Chris elinde bir kahve ile koridorun ucunda belirdi.

"Kendine kahve almadın mı?" dedim gülerek. Gözlerini devirdi ancak o da hafifçe gülümsemişti. Kendi için getirdiğine emin olduğum kahveyi (filtre kahveydi, sütlü değil!) söylene söylene bana uzattı ve koltukta yanıma oturdu. Onun gelmesiyle birlikte solumdaki yastığı çektim ve ben de şömineye doğru biraz daha yaklaştım. Kazağım yeterince ısıtmıyordu beni, kış gelmişti artık.

"Üşüyor musun?" dedi sıcak bir sesle Chris. Başımı iki yana salladım ve kahveden bir yudum aldım.

"Neye gülümsüyorum biliyor musun?" dedim ve bir yudum daha aldım kahveden. Sonra da yanımdaki uzun bacaklı siyah sehpaya koyup tamamen Chris'e döndüm. Sözler ağzımdan bir anda çıkmıştı ve şimdi de yanlış anlaşılmamak adına aklımda onları biraz toparlamaya ihtiyacım vardı.

AY KUŞAĞI SERİSİ : T&M&ITahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon