II

136 57 7
                                    

Etrafı Moğol askerleri ile kuşatılan Erlik hafifçe gülümsedi, aşağılayıcı bir tavırla askerlerin yüzlerine baktı. Bir anda hızlıca askerlerin üzerine atladı. Kılıcının kabzası ile bir askere vurup yere düşürdü, tekrar hücum yapmaya atılmıştı ki sırtından bir ok yedi. Arkasına doğru bakıp haykırdı. Kendisine ok atan askerin üzerine koşmaya başladı. Bu sırada birkaç asker üzerinde keskin dikenler olan örgülenmiş ipleri Erlik'e fırlattı. Boynunu ve ellerini bağladılar. Onu kafesli çadıra götürüp kilitlediler. Elleri ve ayakları bağlanıp büyük bir çadırlı kafes içine koyulan Erlik bağırıyordu.

"Çıkarın beni buradan, hey size diyorum! Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz? Size diyorum! Ben Erlik Han! Ölüler diyarının efendisi!"

Bir gardiyan içeri doğru kafasını uzattı, "Ben de Gök Tengri'yim." Moğol subayları hep bir ağızdan gülmeye başlamıştı.

Erlik sinirlendi, sinirden kendini sıkıyordu fakat sırtındaki ok hâlâ vücudundaydı ve ona müthiş bir acı veriyordu. Kafesin içine üzerinde pis ve kanlı kıyafetler olan biri girdi. İçeri girer girmez çürümüş kan kokusu tüm çadırı doldurmuştu. Erlik bu kokuyu özlemişti, kokuyu derince içine çekti.

"Hiç! Hiç ejderha kanı gibi değil." dedi.

Kasap Erlik'in bu sözlerinden hiçbir şey anlamamıştı. Çadırın içinde Erlik'i hapsettikleri kafesin içine girip Erlik'in arkasına doğru geçti. Bu sırada birkaç asker çadıra girip ellerindeki su dolu kovayı ve bezleri kasabın yanına koydular. Kasap eliyle okun girdiği yere dokunup inceledi, oku hafifçe tutup biraz sarstı. Okun hareketini hisseden Erlik'in canı yanmıştı, bağırdı. Zincirlere bağlanmış ellerini etrafına savurmaya çalıştı. Kasap askerlere onu tutması için işaret vermişti. İki asker hali hazırda bağlı olan Erlik'i ellerinden ve kollarından sıkıca tuttular. Kasap avucu ve parmaklarıyla oku sıkıca kavrayıp çekti.

Erlik o acıyla beraber kasabın önceden ağzına koyduğu odunu parçaladı. Ah diye inleyip, bağırıyordu. Ellerini sertçe iki askerin göğsüne doğru vurdu. Askerler yere düştü.

Kasap, "Tamam bırakın çekilebilirsiniz." dedi.

Askerler çadırdan çıktılar. Kasap elindeki bez ile Erlik'in kanamasını durdurmaya çalışıyordu.

"Sana yardımcı olmaya çalışıyorum sakin ol."

"Çöz beni, ben hırsız falan değilim. Bir yanlış anlaşılma var."

Kasap bu sözlere karşılık vermedi, dışarıya çıktı. Elinde közlenmiş kömürlerle beraber bir demir ile geldi. Erlik kızarmış demiri gördüğünde bağlandığı zincirlerden kurtulmak için bir hareket yaptı ama bunun faydası olmamıştı.

Erlik, ''O kızgın demiri sakın yarama bastırmaya çalışma.''

Kasap, "O demir senin çok kan kaybetmemen için. Yaranı dağlayacağım, hareket etmemeye çalış."

Kasap, dışarıdaki adamları tekrar içeri çağırdı. Erlik'in ağzına tekrar bir odun parçası verip arkasına doğru geçti. İki adam bu sefer daha sıkı bir şekilde Erlik'i tuttular. Kasap kızgın demiri közlerin arasından çıkarıp Erlik'in sırtındaki yaraya doğru bastırdı. Erlik demirin vücuduna verdiği acıyla elleriyle zincirleri sıkıca tutup aşağı çekti. Bir süre sonra kendinden geçmişti, acıyı çok hissetmemeye başladı. Kasap yarasını merhemli bez ile kapattıktan sonra,

"Burada yapabileceğim en iyi tedavi bu idi, vücudun çok kusursuz. Herhangi bir kılıç izi, morluk yok. Hırsız olmadığın belli. Nereden geliyorsun, nerelisin sen?"

Erlik'in aklına Moğol askerlerinin kendisiyle dalga geçmesi geldi.

"Bu aptal insanoğlu beni bu sefil halimde tanrı olduğumu algılayamaz" diye düşündü.

Erlik: Tamu TanrısıWhere stories live. Discover now