Minho da doğrulmuştu böylelikle. Odanın kapısına ilerledi ve dışarı çıkıp kapıyı sessizce kapattı. Derin bir iç çekti, gün geçtikçe omegaya daha fazla kapıldığını hissediyordu sanki. Yokluğunda gözleri sürekli onu arıyor, yanında olmasını istiyordu içgüdüsel olarak.

Merdivenleri inmeye başladı yavaş yavaş, bedenini koltukta oturanların yanına atmıştı ardından.

"Hyunjin bana bir su getirsene." Jeongin, koltukta oturduğu pozisyonu değiştirerek baş aşağı dönerken söylemişti. Saçları aşağı sarkıp onu komik bir görünüme sokarken sarışın alfa onun karnını dürttü. "Kalk kendin al, uşağın mıyım ben senin?"

Jeongin ellerini havaya kaldırdı. "Bu sihirli parmakları yoramam. Malum, yirmi leş aldılar bugün." Aşağıdan Hyunjin'e bilmiş bakışlarını göndermişti. Sarışın alfa ayaklanırken Jeongin ise zar zor düzelmeye çalıştı. Başı dönmüştü ve kafa basıncının arttığını hissediyordu.

Bu şekilde geçen dakikaların ardından en sonunda hava iyice kararmış ve akşam yemeği vakti gelmişti. Felix ve anneler, sofraya birer birer gereken şeyleri taşırlarken Changbin de sevgilisinin peşinde geziyordu.

Bayan Han, elindeki tabağı masaya bıraktı ve oğlunu uyandırmak için merdivenlere yöneldi. Ancak aklına gelen şeyle duraksamıştı. Arkasını döndü ve koltukta oturan alfaya baktı. Hiç istemese de o tarafa doğru yürüdü. "Minho." diye seslendi ona.

Genç alfa ismini duymasıyla bakışlarını televizyondan çekip yaşlı kadına çıkardı ve yerinde doğruldu. Bakışlarından ne kadar şaşırdığı anlaşılıyordu. Bayan Han ise alt dudağını ısırdı, içinden hiç gelmiyordu ama oğlu için katlanmalıydı. Minho belki onunla daha çok ilgilenirse bebeği de iyi karşılardı.

"Jisung'ı uyandırabilir misin? Benim işlerim var mutfakta." Bir çırpıda söyleyip mutfağa ilerledi. Minho ise aralanan dudaklarını kapattı ve kadının bu garipliğinin üstünde durmadan ayaklandı. Merdivenleri hızlıca çıkarak karanlık koridora, ardından karanlık odaya girdi.

Neyseki camdan yansıyan ay ve sokak lambalarının ışığı içeriyi biraz olsun aydınlatıyordu. İçeri girdiğinde kapıyı tekrar kapattı ve yavaş adımlarla yatağa, üstünde uyuyan bedene yanaştı.

Jisung, öyle huzurlu görünüyordu ki. Bir an için onu hiç uyandırmak istememişti. Kahverengi saçları yastığa dökülüyordu, camdan yansıyan beyaz ışık odadan daha karanlık tondaki kirpiklerinin gölgesini yanaklarına düşürmüştü.

Minho yavaşça diz çöktü yatağın yanına. Ardından eli otomatik olarak hareketlenmiş ve omeganın yanağına çıkmıştı. Sertleşmiş parmaklarının tersiyle yumuşacık tenini okşamıştı. Jisung, bununla birlikte kıpırdanmış ve yerinde Minho'ya doğru dönmüştü. Alfa olan bu sefer de omeganın alnına dökülen saçları geriye atıp sakin sesiyle fısıldadı. "Jisung."

Minho fark etmeden, feromonlarını salmaya başlamıştı. Omeganın burnuna gelen kokular onun hoş birkaç mırıltı bırakmasına sebep olurken gözlerini de aralamaya çalışıyordu. "Minho." diye mızmızlandı ardından.

"Uyan hadi. Yemek vakti." Alfa parlayan bakışlarını onun yüzünde gezdirirken Jisung derin bir nefes verip esneyerek doğrulmuştu ancak gözleri hala kapalıydı. Saçlarının bir kısmı havaya kalkmıştı. Minho bu manzaraya gülümserken ayaklandı. Elini omegaya uzatıp öylece bekledi.

Jisung ise zar zor araladığı gözlerini açık tutmaya çalışırken alfanın elini tutmuş ve yataktan kalkmıştı sonunda. Tatlı kahve kokusu artarken ikilinin feromonları da karışmaya başlamıştı. Minho önden ilerleyip kapıyı açtı ve birlikte koridora çıktılar. Ardından Jisung'a doğru dönüp elini bıraktı. "Ben iniyorum, yüzünü yıka gel."

Jisung, tek eliyle gözünü ovarken başıyla onu onaylasa da elini bırakmasını hiç istemiyordu içten içe ama yapacak bir şeyi yoktu. Minho merdivenlere yöneldiğinde o da banyoya girmişti. Elini yüzünü yıkayıp kendine geldiğinde dolaptaki peçeteliğe uzandı. Böylece hatırlamıştı, uyumadan önce neler olduğunu.

Hareketleri yavaşlarken bakışları aynadan kendini buldu. Göz altlarındaki belirgin bir siyahlık, derince iç çekmesine sebep olmuştu. Ağlamaktan ve uyumaktan gözleri şişmişti. Hafif kırmızılıklar da barındırıyordu. Bir süre görüntüsünü inceledi omega. Ardından saçlarının ucundan damlayan sular elinde tuttuğu peçeteyi hatırlatırken kuruladı yüzünü.

Arkasına dönüp elindekini çöpe attıktan sonra dışarı çıktı. Canı ne yemek yemek istiyordu ne de başka bir şey. Uyumak istiyordu sadece, Minho'yu da yanında istiyordu. Düşünceleri kafasının içinde yeşil tahtaya sürtülen beyaz bir tebeşirin çıkardığı rahatsız edici sese dönüşürken merdivenleri indi tek tek.

Herkes mutlu görünüyordu, masanın etrafına oturmuşlar, ellerindeki bardakları tokuşturuyorlardı. Jisung'ın bakışları ilk önce yüzünde kocaman gülümsemeyle elindeki şaraptan yudumlayan Minho'yu buldu. Ardından da masanın en ucunda oturarak yüzündeki hafif tebessümle kendisine bakan annesini.

Bayan Han, yanındaki sandalyeyi patpatladı. Jisung da yüzüne yerleştirdiği bir gülümsemeyle annesinin yanına oturdu. Sevdiği yemekleri masada görmek, gözlerinin birazcık dolmasına sebep olmuştu. Annesi önündeki tabağı yemeklerle doldurmaya başladığında ise kafasını kaldırdı Jisung, incelemeyi bıraktığı masadan.

İşte o an, alfa olanla göz göze gelmişlerdi. Minho'nun dudaklarının ardına sakladığı gülümsemesi büyürken düşündü Jisung. Tebeşirin sesi susmuştu şimdi. Sadece Minho'nun sesi vardı zihninde. Ancak rahatsız edici ses, bu sefer de ellerinde rahatsız edici bir hisse döndü. Tebeşirin ardında bıraktığı beyaz toz bulaşmıştı ellerine sanki. Düşünceleri de aynı şekilde tozlanmıştı çünkü.

Bu tozu silip süpüren ise Jisung'ın en sevdiği yemeğin kokusunu bastırarak yayılan güzel feromonlar olmuştu. Omega ilk defa aldığı bu kokuyla gözlerini kapattı ve istemsizce gülümsedi. "Lotus çiçeği." dedi kısık bir sesle. "Şeftali ve lotus çiçeği."

They say 'FrIeNdS'/ MinsungWhere stories live. Discover now