𖥸'65 -final-

613 34 9
                                    

Jasmin

"Aman Tanrım!" Ellerimle dudaklarımın önünü kapattım. "Sen delisin!" Elimdeki yastığı yatağa fırlatır gibi, bıraktım.

Prens Esteban'ın, malikane baskınının üzerinden üç gün geçmişti. Bu gece prens Esteban'la Amelia'nın düğün töreni vardı. Ardından ise Amelia, Ateş Krallığına gidecekti. Şu an ise Amelia'nın odasında son hazırlıklar yapılıyordu. Amelia, beyaz prenses model gelinliğini giyinmiş ve hizmetçilerin saçı ile ilgilenmesine müsaade etmişti.

"Ne var yani?" Amelia kaşlarını çattı. Önündeki aynadan bana bakıyordu. "Eşim yok diye bambu yastığına sarılıp uyumam, deli olduğum anlamına mı geliyor?! Ahh!" Amelia fazla hareket ettiği için hizmetçi saç tokasını prensesin kafasına sokmuş olmalıydı. "Senin yüzünden evlenmeden öleceğim!"

Yüzü aniden donuklaştı. "Evlenmek." Ellerini yanaklarına bastırıp daha yeni yapılan makyajı bozdu. "Hâlâ buna alışamıyorum! İnsanlar prens Esteban'la ilgili tuhaf dedikodular yapıyor. Bu beni daha da endişelendiriyor." Daha yeni çekilmiş ruju yalayarak sildi. Hizmetçi yeniden çekmeye koyulmuştu. "Güzel bir yüze ve ulvi bir kudrete sahip, aynı zamanda acımasız bir adam. En kötü yanı ise... o aklını kaçırmış bir kaçık! Böyle diyorlar..." Sen de farklı sayılmazsın? Sinir bozucu derecede birbirine uyan mükemmel eşlersiniz.

"Adam yakışıklı, kızım," dedi arşidüşes Isabella pembe yelpazesini sallayarak, "kulaklarını kapat, gözlerini aç, evlen."

Gözlerim prenses Sophia'yı buldu. Üzerinde benimki ile aynı renk olan kırmızı elbise vardı. Bana az önce Hava Krallığının kralı Edward ile yakınlaştığını söylemişti. James dün Amelia'nın kutusunu gösterdiğinde gerçekten de şaşırdım. Kutunun hâlâ Hava Krallığında olduğunu sanıyordum, meğer James en başından beni dinlemiş ve kraliçenin -kral Edward'nun annesinin- peşine düşmüştü.

Odadaki konuşma uzadıkça uzuyordu. O yüzden onları boşverip odayı terkettim. Odada Amelia ile beraber prenses Karen, prenses Sophia ve arşidüşes Isabella kalmıştı. Hizmetçi birazdan burada olmalıydı. Etrafa bakınmaya devam ettim. Bazen babamı ve kardeşim Jacob'u özlüyordum. Ne hayret! Ama, evet... özlüyordum. Jacob ve Olivia... muhtemelen evlenmişlerdir ve bir sürü tuhaf çocukları olmuştur. Bir ara onları ziyaret etmeliyim.

"Kraliçe Jasmin!" Bu ses?

Önümde bir adam belirmişti. Hm, bu da kim? Tanıyor muyum? Her zamanki gibi önce garip bir şekilde güleyim. "Ahahahhah! Merhaba."

Reverans yapıp elime öpücük kondurdu. "Kendimi tanıtayım. Ben Su Krallığının veliaht prensi Jackson, aslında yakında kral olacağım." Doğru ya, Su Krallığı daha yeni kralını kaybetmişti, aynı eski zamandaki gibi. Demek meşhur Jackson sensin? Gözlerimi üzerinde dolaştırdım. Beyaz ve mavi karışımı lord takımı giyinmişti.

"Memnun oldum, prens Jackson." Hafif gülümsedim.

"Açıkcası..." Gözleri arkaya kaydı. Galiba Amelia'nın odasına bakıyordu. "...prens Esteban'ın âşık olduğu kadını merak ettim. O nasıl birisi acaba?" Bu da neyin nesi? Ne bu garip hareketler? İkinci erkek misin sen? Jackson hâlâ Amelia'nın kapısını izliyordu. Gözlerimi kıstım. Senin de klasik olarak âşık olacağın türden, galiba? Normal, sıradan, kralın kızı, yani neyini merak ediyorsun acaba, otur oturduğun yerde. Kafamı sağa sola salladım. Bir de sizi kaldıramam!

"Kraliçem," dedi bir kadın. Arkaya dönüp hizmetçiye baktım. "İstediğiniz çayı getirdim." Gözlerim inip çayla buluştu. Beyaz ve çiçekli işlemelerle kaplanmış bir fincandı.

Fincanı elime alıp, hizmetçiye teşekkür ettim ve prens Jackson'a doğru döndüm. "Kusura bakmayın, gitmem gerekiyor." Jackson baş eğdiği sırada, önünden geçip, yürümeye koyuldum. James bu kattaki terasta olmalıydı.

Terasın olduğu koridora vardığımda kısa sürede şövalyelerle karşılaşmıştım. Önümde baş eğdiler. Koridora geçtim. Uzun koridorun sonunda teras vardı. Terasın önüne vardığımda kapıyı açtım. Kısa sürede ilgi alanıma James ve Samuel girmişti. "Sadece bunu muhteşem babandan izle ve öğren." James, Samuel'e bir şeyler anlatıyordu galiba. Terastaki havuzun önünde çömelmişlerdi. Terasta krizantem çiçekleri vardı. Eski zamanda burada, terasın yerinde krizantem bahçesi vardı.

Yanlarına vardığımda beni fark ettiler. James doğruldu. Gözleri elimdeki fincana inmişti. "Benim için mi hazırlattın?"

Ah erkekler... Kral bile olsalar bir kadının onlar için bir şeyler yapma düşüncesine bayılıyorlar. "Hmhm. Sinirlerinizi yumuşatmak için." Bu olaylar James'i yormuş olmalıydı.

"Ben..." Gözlerini fincandan kaldırıp bana dikti. "...teşekkür ederim." Fincanı eline aldığında kısa sürede yudumlamaya koyuldu.

"Anneciğim..." Samuel elbisemin eteğini çekiştirdiğinde gözlerimi ona diktim. "...bak, bak, teknem yüzüyor." İşaret parmağı ile havuzun üzerindeki minik tekneyi gösterdi.

Tekneye baktıktan sonra Samuel'e baktım. "Aferin, bebeğim, ne kadar güzel bir tekne." Gülümsemiştim.

"Theador amca bana ve Dorian'e tekne aldı." Gözlerini kocaman açmış ilgiyle anlatıyordu. "Şimdi gidip..." Havuza eğilip elini uzattı. Tekneyi almaya çalışıyordu. "...Dorian ile de yüzdüreceğim teknelerimizi." Sonunda tekneyi havuzdan çıkarabilmişti.

Bize el sallayıp koşarak terastan çıktı. Peşinden ise hizmetçisi gitmişti. "Prenses Amelia, kendi düğünü olduğunu, ama neşelenmeyen tek kişinin de kendisi olduğunu söylüyor" Gülümseyerek başımı James'e doğru çevirdim. "Kız kardeşin bugün çok güzel olmuş."

James elindeki bardağı yakındaki masaya bıraktı. "Hmm, öyle mi?" Ardından bana doğru yürümeye koyuldu. "Ben sadece seninle ilgileniyorum." Dudaklarımız buluştu, ardından ise kollarını belime doladı. Dudaklarımız ayrıldığında kaşlarımın arasına öpücük kondurdu. "Seni o kadar seviyorum ki. Bunu tekrar tekrar göstermek istiyorum. Şimdi burada." Gözlerimi kocaman açmıştım. Ha?! Ne??! Kafasını eğip alt dudağımı dişleri arasına aldı, ardından bıraktı. "Ve kendimi derinlerine gömmeyi," dedi hırıltıyla.

"Düğün var ve herkes sizi bekliyor." Şaşkın gözlerini yüzüne dikmiştim. Üstelik şövalyeler koridorun önündeydi! Her an buraya birisi gelebilirdi! Tabii... düşünmedim... eğer James böyle bir şey yapıyorsa önceden tedbirini muhakkak almıştır.

"Sıkıcı şeylerden bahsetme," dedi yüzünü ekşiterek. "Ah, şuna baksana." Önüme dökülen saçlarımı parmakları arasında dolaştırdı. "Karanlığı ay ışığıymış gibi aydınlatan beyaz saçların." Onun bu akıl almaz kibarlığı beni her şeyden daha çok korkutuyor. Kaldırıp dudaklarını saçıma bastırdı. Dudaklarını gerdanıma sürterek konuştu. "Seni ne kadar çok sevdiğimi bilmelisin."

Büyülenmiş ZamanWhere stories live. Discover now