𖥸'62

230 20 0
                                    

James

Sabahın köründe bu kadının çalışma odamda ne işi var?

Bordo çalışma masamın önünde gelişigüzel oturmuştum. Kolumu masaya bırakmış, bacağımı ise bacağımın üzerine atmıştım. Üzerimde kahverengi ceket, altında ise beyaz bir gömlek vardı. Bıkkın gözlerle önümdeki kadının gevezeliklerini dinliyordum. Daha yeni Işık Krallığından gelmiştim ve gelir gelmez, bunları dinlemek sıkıyordu. Işık Krallığının kralı biricik veliahdını arıyordu. Dudaklarım hafifçe kıvrıldı. Arasınlar bakalım, bulabilirlerse savaş olur, ne hoş.

Kaç gündür eskiden gördüğüm saçma salak kâbusları yeniden görüyordum. Sırf bu yüzden Jasmin'ni ziyaret etmeye gitmiştim. Lakin kan kustuğu için bir türlü doğru dürüst konuşamadık. Ve sonra Amelia'nın hadsiz odaya dalışı vardı... Kısacası Amelia yüzünden konuşamadık. Ne sinir bozucu. Yüzümü ekşittim.

"Beni dinliyor musunuz, kralım?" Kadına yorgun bakışlarımı sundum. "Kraliçe tam bir rezalet!" Prenses Krysal... sabah sabah benden ne istiyorsun?! Masaya bıraktığım kolumu katladım. Elimi saçıma yaklaştırıp parmaklarımı dağınık saçlarımın arasında dolaştırdım. "Size yeni bir kraliçe lazım. O..." Yüzünü ekşitti. "O büyücü ve kötü kalpli bir kadın! Bana hakaret etti."

Kaşlarım çatıldı. Elimi öne dökülen tutamlarımdan ayırıp kadına baktım. "Yeni kraliçe?" Elimi masaya bıraktım. "O büyücü kötü niyetli bir kadın olabilir, ama o benim büyücüm ve kötü niyetli kadınım." Kaşlarımı kaldırdım. "Başkasını istemiyorum."

Krystal yutkunup dudaklarını birbirine bastırdı. "Kralım..." Sesindeki talep kârlık silinmişti; daha sakin ve ikna etmeye yönelikti. "...kraliçe bana hakaret etti." Elini gerdanına bastırdı. "Üstelik tek isteğim prensimizin layıkla bir veliaht olmasıydı." Kafamı hafifçe kaldırdım. Prens mi? Konu prens mi? "Ama kraliçe benim eğitimimi hor görmüş olmalı ki odama gelip bana saldırdı." Jasmin tuhaf olabilirdi, ama kuyruğuna basmadığın sürece üzerine çemkirecek türden bir kedi değildi. İç çekip geriye yaslandım. Jasmin'ni düşünmek içimde bastırmaya çalıştığım ateşi yeniden körüklüyordu. Yutkunup dudaklarımı ıslattım. "Ben prensin eğitimi için cani gönülden çalışırken... bana oğlumdan ve kocamdan uzak dur, dedi." Cümlenin son kısmını çok sevdim. Oğlumdan ve kocamdan uzak dur, öyle mi? Hmm... Dudaklarım sola kıvrıldı.

Prens... Seokjin'le işlerim yüzünden fazla ilgilenemiyordum. Yüzümdeki sırıtma kendini gergin bir ifadeye bıraktı. Onun görgü kuralları talimini ise halam prenses Krystal'a emanet etmiştim, fakat görünen o ki kadınlar birbirine girmişti. Halama güvenmemin sebebi zamanında benim de hocam olmasıydı. "Demek prens-" Aklıma gelen anıyla aniden ayağa fırladım. "Hala!" Krystal irkildi. "Sakın bana..." Adımlarım kadına doğru yöneldiğinde kadın başını yere eğmişti. "...oğluma, bana yaptığın ceza yöntemlerini uyguladığını söyleme!"

Krystal kaşlarını çatarak kafasını kaldırdı. "Tek dileğim krallığımız için onurlu krallar olmanız-"

"Defol." Ellerim titremeye başlamıştı. Bir kadına şiddet uygulamayı hiç düşünmezdim, lakin şu an önümdeki varlığı bir kadın olarak değil, yaratık, mahlukat olarak görüyordum. "Hemen..."  Çenem gerilmişti. "...malikanenize geri dönüyorsunuz."

"Hayır! Bu saray benim de hakkım!"

Nefesimi kadının yüzüne verdiğimde birkaç adım geri gitti. "Laf dinlemeyen vahşi hayvanların akıllarını başına toplamak için dövülmeleri gerektiğini duymuştum." Kaşlarımı kaldırdım. Koyu dehşet saçan gözlerim kadının gözlerinden ayrılmıyordu. Halam olduğu için ona saygı duymalıydım, ama o, hala gibi davranmıyordu.

Prenses Krystal tek bir kelime söylemeden, reverans yapıp, odayı terk etti. Omuzlarımı gevşettim. Hâlâ kadının az önce durduğu yere bakıyordum. Aklımı kaçırmış olmalıyım. Nasıl ona oğlumu emanet ettim? Çok fazla işim olduğu için... Kendimi bordo deri kanepelerden birisine bıraktım. Ama bunu mazeret edebilir miydim? Amelia'yı da prenses Krysal'la göndermeyi planlıyordum. Fakat bu olaylardan sonra Ateş Krallığının veliahdı ile evlenmesi daha uygun olur. Prenses Krystal'la gönderemediğim için prens Esteban'a kazıklayacaktım mecbur.

Akciğerlerimi hava ile doldurdum. Belki de Jasmin fark etmeseydi durum çok daha kötü olabilirdi. Ona bir ara teşekkür etmeliyim. Elimi yüzüme bastırdım. "Ne saçmalıyorsun sen? Jasmin zaten oğlunun annesi..." Son zamanlarda her zamankinden daha fazla Samuel'le ilgileniyordu. Bu beni şaşırtmıştı, ama anne oğul ilişkisine karışmamayı seçmiştim. Belki de Jasmin'nin bir bildiği vardı ve bu yüzden öyle davranıyordu; hep bunu derdim. Şimdi düşününce... sadece Samuel'in sorunlardan kaçmak için kullandığım bir yöntem gibiydi. Sen rezil bir babasın.

Elimi yüzümden çekip duvardaki saate baktım. On dakika sonra saat altı olacaktı. Işık Krallığı ile toplantının bu kadar uzaması gece boyunca uyanık kalmama neden olmuştu. Gerçi uyusam da Jasmin ve benimle ilgili garip kabuslar görüp duruyordum. Kaşlarımı çatıp kafamı kanepeye bastırdım. Tavana bakıyordum. Bu kabusların sebebi neydi? Sanki hâlâ eksik kısımlar vardı. Yapbozun parçaları gibi tamamlanıyordu kabuslarım.

Ayağa kalkıp üzerimi düzelttim. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım, dağınık görüntümü toparlayamadım. Odayı terk edip koridorda yürümeye koyuldum. Önünden geçtiğim herkes reveranslarını sunuyordu. Onları es geçip merdivene yaklaştım. Basamakları ikişer ikişer çıkıp sol koridora sapladım. Samuel'in odası olan koridora geldiğimde kapının önündeki hizmetçiler dikkatimi çekti. Bunlar kraliçenin hizmetçileriydi.

"Kralım," dedi hizmetçilerden birisi baş eğerek. Bu kadın, geçen gün Amelia'dan sonra odaya girip Jasmin ile konuşmamızı bölen kadındı. Yüzümde memnuniyetsiz bir ifade belirdi. "Kraliçemiz prensle beraberler."

"Anlaşıldı." Elimi kapı koluna bastırıp yavaşça açtım. İçeri geçtiğimde, hareketlilik olmadığını, fark ettim. Kapıyı kapatıp yürüdüm. Perde biraz açıktı. Daha yeni doğmakta olan güneş fırsat bulup perdeden odaya giremiyordu.

Yatağa yaklaştığımda birbirlerine sarılarak uyuyan ikiliyi gördüm. Samuel başını annesinin gerdanına bastırmış, mışıl mışıl uyuyordu. Jasmin ise... beyaz saçlarıyla karanlığın içinde bir ay gibi parlıyordu. Yumuşak bir gülümseme yüzümde doğdu. Sanki huzuru benimle kavuşturacak bir manzaraydı: huzur doluydu, capcanlıydı ve cezbediciydi. Beni kendine çağıran türden bir manzaraydı.

Yatağa oturup ceketimi ve gömleğimi çıkarttım; koltuğa fırlattım. Örtünün altına geçip Samuel'in minik bedenine sarıldım ve kafamı sırtına koydum. Gözlerim yavaşça kapanırken Jasmin'nin kollarının bana da sarıldığını hissettim. Dudaklarımı önümdeki kolun üzerine bastırdım. Öpücüğümün ardından dudaklarımı tenine sürterek fısıldadım. "Lezizsin ve ben sana çok acım."

Büyülenmiş ZamanWhere stories live. Discover now