𖥸'60

233 21 0
                                    

James... önümde dikiliyordu. Otoriteden ve erkeklikten oluşan bir aura, onun etrafını çevreliyordu, benim bedenim ise bu auraya içgüdüsel olarak tepki vermeye can atıyordu. Uzun zaman sonra onun bu -büyük- haliyle karşılaşmak... Gözlerimi kırpıştırdım. Aman Tanrım, ona bakmaya doyamıyordum. Mavi gözlerinden gözlerimi alamıyordum. Nefesim durdu.

Nihayet dudaklarımı aralayıp, konuşmaya yeltenmişken, bir şey oldu... Önce başıma sancı girdi. Sanki... içimde bir şeyler yanıyor ve tüm bedenimi sarsıyordu. Dudaklarımdan kayan kaygan bir madde dikkatimi çekti. James'in gözlerindeki şaşkınlık ve endişe... Kafamı aşağı eğdiğimde kaldırdığım ellerimin kana bulanmış olduğunu fark ettim. Bu kan? Ben kan mı kusuyordum? Ama... neden...?

Gözlerim kapanmaya meyilliyken vücudumu saran kollara yaslandım. Gözlerim kolların sahibini buldu. Prens Joseph beni kucağına aldığı an James'in öfkeli sesi kulaklarıma vardı. "Hemen bırak kraliçemi!"

Kaşlarımı zar zor çattım. Şu hıyar ne halt yiyor?! Zaten bunun yüzünden delikanlımla aramız bozulmamış mıydı? Ah! Neden burada o yakışıklı yüzünle duruyorsun? Hemen bırak beni, hıyar!  Beni defalarca aldattığını unuttuğumu mu sanıyorsun? Asla! O kadar değersiz bir çöpsün ki seni geri dönüştürmeyi denemem bile! Öfkem o kadar fazlaydı ki bunu bastıramadım. "Bırak beni, yeşil hıyar!" Ölgün bir sesle konuştuğumdan James duymadı. Fakat Joseph... kulağına fısıldadığım bu cümleyle kaskatı kesildi.

"Anneciğim!" Samuel... Dudaklarımı araladım. Ona demek istedim... anneciğinin iyi olduğunu ve endişelenmemesi gerektiğini. Üzgün sesi kalbimi deldi ve içimde yanan ateşten daha ağır bir acı hissettirdi. Fakat konuşamadım. Ne kadar zorlasam da ona bunları diyemedim. Bu sesin ardından uğultu ve karanlıkla süslü bir teslimiyet kendini gösterdi. Artık bedenim yenik düşmüştü.

***

"Seni asla sevmeyeceğim." Ellerini yumruk haline getirmişti koltukta oturan Jasmin.

"Senden istediğim sevgi değil." James bacağını bacağının üzerine atmış dikkatle, önündeki kızı izliyordu. Dirseğini oturduğu kanepenin kol koyulan kısmına bastırmış, çenesini ise eline yaslamıştı. Gözlerindeki durgunluktan içinden geçenleri okumak neredeyse imkansızdı. "Onun doğmasını kraliyet aile soyunun devamı için istiyorum. Yine de..." Kafasını hafif sağa eğdiğinde alnına dökülen saçları hareket etti. "...kalbinde bana yer olmasını da tercih ederdim." Yüzünü buruk bir gülümseme kapladı.

Bunlar da ne? James ve ben sarayın salonlarından birisinde oturmuş vahim bir durumu konuşuyor gibiydik. Bunun ne olduğunu anlamıyordum. O bendim, ama kendimi yönetemiyordun. Rüya mıydı? Yoksa bu bedenin unuttuğum geçmişi mi?

Gözlerimi yavaşça açtım. Odamdaydım. Gözlerim tavanı bulmuştu. Galiba onlar sadece rüyaydı... ve ya kabus. Ama fazlasıyla gerçekçiydi. Umarım geleceği görmüyorumdur. Bu durumdan gerçekten yorulmaya başlamıştım. Durmadan geleceği görmek işin tadını kaçırıyordu, aynı zamanda korkunçtu. Yine de gördüklerim pek geleceğe benzemiyordu... James ve ben daha genç gibi duruyorduk. Daha çok eski bir hatıra gibiydi.

"Seni şehir meydanında ilk gördüğümde..." Bu ses? James? O burada mı? Ne olmuştu bana? "...anlamıştım seninle sorun yaşayacağımı. Peki, seni yeniden görmek isteyişim, bunu nasıl açıklarım?" Kafamı yavaşça sola çevirdim. James pencerenin önünde dikilmişti. Dikkatle bahçeyi izliyordu, ama gözleri bahçeyi görmüyor gibiydi. Düşünceli ve yorgundu. Elini çenesine bastırıp okşadı. "Şu ısrarcı tutumun yüzünden dudaklarımı boynunda gezdiremem... ya da göğüslerini ememem. Ve bu beni delirtiyor..." Ne?! Gözlerimi kırpıştırdım. Ne tür ayıp cümleler bunlar! Bu kadar istiyorsan neden- Bir dakika! Aklıma gelen kişiyle gözlerimi kocaman açtım. Hıyar! O yeşil şerefsiz olmadık zamanda ortaya çıkmıştı!

Büyülenmiş ZamanOnde as histórias ganham vida. Descobre agora