𖥸'4

1K 63 1
                                    

"Sen cidden!" Jacob şaşkın gözlerini yüzüme dikmiş, tek kaşını kaldırmış halde, yüzümü inceliyordu. Aniden yüzündeki gergin hava silindi. "Ondan ayrılmak mı istiyorsun?" İlk cümlesine kıyasla son cümlesi daha yumuşak bir sesle söylenmişti.

Kocaman, ama bir o kadar da psikopatça bir gülümseme yüzüme yayıldı. Aslında bu günlerin yorgunluğu ve kimsenin beni anlamamasından sonra söylediklerimi anlayan birisiyle karşılaşmanın verdiği büyük bir zevkti. Açıkcası benim söylediklerim anlaşılmayacak türden ifadeler değildi -o gavattan ayrılmak istiyorum, o hıyar herifin teki-, yani doğru bir üslupla isteklerimi dile getirmiştim.

"Beni bu saçma gülümsemenle korkutuyorsun." Jacob yüzünü ekşiterek birkaç adım uzağa gitti. Kafasını sağa sola salladığında alnına yön bulmuş gri saçları hafifçe hareket etti. "Ben henüz küçük bir çocuğum, biliyorsun."

"Küçük bir çocuk mu?" Göz devirdim, ama gülümsemem yüzümde kalmaya devam ediyordu. "Neyse ne işte. Ben o hıyardan ayrılacağım, sen önüme çıkma yeter." Tam dönüp gidecekken aniden Jacob'a baktım. "Ayrıca... saçma gülümseme mi?" Sırıtıp çenemi kaldırdım. "Benim bu gülümsemem için servetlerini ayaklarıma seren lordlar var."

"Hani nerede?" Jacob'un umursamaz biçimde gevelediği zımbırtı sinirlerimi bozmuştu.

Dişlerimi sıkarak konuştum. "Prens bile benden ayrılmamak için türlü taklalar atıyor." Saçımı geriye savurdum. "Değerli prensinin seçimlerine güvenmiyor musun?" Şaşırmış halde, dudaklarımı araladım. "Bunu prense söylememde bir sakınca yoktur herhalde?"

Arkamı dönüp, yürümeye koyulduğumda. Jacob'un durmam için sarf ettiği cümleler beni güldürmüştü. "Hey! Dur! Dursana! Sakın prense öyle bir şey söyleme!"

Gülümsememi boğup az önceki üzgün sesime geri döndüm. "Zavallı hıyar veliaht prens... güvendiği şövalyesinden bu kazığı yediğinde üzüntüden helak olacak." Jacob'un Joseph için verdiği sadakat yemini herkese malumdu. Maalesef ki olur da ben Joseph ile düşman olursam Jacob verdiği yemin yüzünden prensin yanında kalıp, benimle savaşacaktı. Ahırdan çıkmış, karanlık yolda malikaneye doğru yürürken, kafamı aşağı eğmiş, gergin yüz ifademle bunları düşünmekteydim. Genç yaşımda bu densizler yüzünden harap oluyordum. Yani Joseph'i kiralık katil sayesinde öldürmek fikri -zaten kimse bunu yapmazdı ama- bu geceki karanlığın koynunda battı.

***

Olivia, sabah erkenden odamı işgal etmişti. "Prensen ayrılmana yarayacak bir vasıtam var."

Kanepeye serilmiş, kafamı kanepeye yaslayıp, tavanı izliyordum. Duyduğum cümle ile hızla doğruldum. "Nedir?" Adeta gözlerim parlıyordu, buna emindim. Bugün kadife rengi askılı bir elbise giyinmiştim. Saçımı örgü halinde bırakmıştım. Olivia ise koyu mavi renkli elbisesi ve açık saçı ile günün ağır basan tarafıydı.

"Önce altınları görelim?" Elini kaldırıp para istercesine parmaklarını birbirine sürttü. Yüzünde sinsi bir sırıtma vardı.

Göz devirip ayağa kalktım. "Arkadaşlığımızın altınlara dayanması ne güzel, leydi Olivia." Masama yaklaşıp çekmeceyi açtım. Keseyi çıkarıp çekmeceyi kapatmıştım. Gözlerim Olivia'yı buldu. "Ne de olsa..." Dudaklarım sağa doğru kıvrılmıştı. "...bende altından bol bir şey yok." Cidden türlü gizemli işlerle kendime gelir kaynağı sağlamıştım. Hayatım altını sevmekten ibaret, bunu inkâr edemem. Tabii, daha önceler Joseph'i sevmekten ibaretti, ama onun o leş yüzünü gördükten sonra bu konudaki yanılgımın farkına vardım. Gözlerimi elimdeki keseye diktim. Fakat altın öyle miydi? Sırıtarak altınları izliyordum. Asla seni bir erkek gibi yarı yolda bırakmazdı.

Büyülenmiş ZamanWhere stories live. Discover now