𖥸'12

571 41 0
                                    

Jasmin

Gözlerimi refakatçimde dolaştırdım. "Her şey tam hazır, değil mi?"

Refakatçi Joy baş eğdi. "Evet, leydim." Kafasını kaldırmıştı. "Fakat anlamıyorum. Neden gelmeyi çok istediğiniz bu arınma kampından bu kadar çabuk gidiyorsunuz?" Kaşlarını kaldırmıştı. "Biliyorsunuz ki bu arınma törenleri on yıldan bir yapılır. Bir daha asla gelemeyebilirsiniz?" Ne zırvalıyor bu? Kaşlarımı kaldırdım. Yani diyor ki on yıl yaşamayıp ölebilirsiniz mi? Yüzümdeki bu itiraz dolu bakışları fark etmiş olmalı ki yeniden baş eğdi. "Kusura bakmayın benim vazifem değil." Tabii ki değil!

"Keşke bu sonuca daha çabuk varıp kulaklarımı gereksiz önerilerinle yormasan." Yüzümü ekşitip refakatçinin üzerinde dolaştırdım. Hepsi biliyordu... yakında evlenip gideceğimi. Elbette, onlar için, gidici bir leydiye hizmet etmektense kalıcı bir lorda hizmet etmek daha zevkli olmalıydı. Ah, ah... neydi biz leydilerin çektiği?

Kapı çaldığında sevimsiz refakatçim başını kaldırdı. "Gel," demiştim. Onayımı alan misafir içeri geçti. Bugün yediğim yemek midemi bulandırdığından yüzümü ekşittim. Odaya geçen papa Dorian'i görünce zoraki bir gülümseme sundum.

"Yorgun görünüyorsunuz, leydim." Dorian kuşku barındıran gözlerini yüzümde dolaştırdı.

"Uh, öyle." Elimi önüme düşen saçıma yaklaştırıp onu parmaklarımla okşadım. "Refakatçi Joy, bizi yalnız bırakın." Refakatçi baş eğip odayı terketti.

"Korkarım ki sizinle gelemeyeceğim, leydim." Papa Dorian'ın yüzünü mahçup bir ifade kapladı.

"Nasıl yani?" Gözlerimi kocaman açtım. "Ya artık çok geçse? Jacob'a sadece siz yardım edebilirsiniz, papa hazretleri."

Gözlerini yere dikmişti. Konuşmaya devam etti. "Benden çok daha kullanışlı birisi size eşlik edecek."

"Kullanışlı?" Kaşlarım çatıldı. "Rahip Kristian'den mi bahsediyorsunuz?" Acaba güç kullanamadığı için kendini yetersiz ya da kullanışsız olarak mı görüyordu?

Kafasını sağa sola salladı. "Hayır, leydim, size yardım edecek olan büyücü çok güçlü birisi." Gözleri benim gözlerimle buluştu. Gözlerinde tuhaf bir heyecan vardı ve nedenini anlamıyordum. Sanki o her kimse benimle onunla ilgili konuşmak papayı heyecanlandırmıştı. Bu gizemli kişi ne kadar önemli olabilirdi ki?

"Onu tanıyor muyum?" diyebildim sadece.

Papa Dorian'ın dudakları hafifçe kıvrıldı. Bu çok kısa sürmüştü, ama görmüştüm. "Maalesef ki." Gözlerini üzüntü rüzgârı esir aldı. "Maalesef ki onu iyi tanımıyorsunuz."

"Maalesef mi?" Gözlerimi kısıp bu soruyu sorduğumda artık benim kendisinden şüphelendiğimi anlamış olmalı ki ellerini kaldırıp salladı, aynı zamanda fazlasıyla heyecanlıydı.

"Yani... Yani demem o ki..." Ellerini iki yana sallamaya devam ediyordu. "Şey... Sizi tanımadığınız birisiyle yalnız bıracağım, o yüzden maalesef." Midem iyice bulanmaya başladı. Acaba dün geceyle mi alakalıydı? Büyük ihtimalle ilk defa yaşadığım o şeyin yan etkilerinden birisi olmalıydı. "İyi misiniz, leydim?" Gözlerimi kaldırıp dikkatle bana bakan papa Dorian'e diktim. "Yüzünüz kızarmış da..."

Ani bir hareketle sıçradım. "Ne? Yüzüm mü kızardı?! Öyle bir şey yok!" Bu durum bana onu hatırlattı. O da dün gece benim farkında olmamama rağmen yanaklarımın kızardığını söylemişti. Bunu düşünmek bile yanaklarımdaki ısıyı daha da artırdı. Bana ne oluyordu böyle?!

"Hastalandınız mı acaba?" Papa Dorian endişe dolu gözlerini bana dikmişti. "Size hemen bir şifacı bulacağım."

"Leydi Olivia..." Derin nefes aldım. "...o bir şifacı. Eminim beraber halledebiliriz."

"Leydim..." Papa kafasını sallayarak konuşuyordu. "...endişelenmeyin size Karanlık Krallığının kutsal topraklardaki sarayına girmezden önce büyü yapmıştık, biliyorsunuz." Kaşlarını kaldırdı. "Yani sizinle karşılaşsalar bile yüzünüzü tanıyamazlar." Yüzümü endişe kaplamaya devam ediyordu. Gerçekten... eğer kralla karşılaşırsam beni tanımaz mıydı? Nedense içimden bir ses tanırdı, diyordu ve bu sesin itirafı beni ürkütüyordu. Yaşadığımız şey doğru değildi, üstelik ben hıyarın nişanlısıydım.

Papa Dorian, leydiyi buraya çağıracağını söyleyip gitti. Benim ise aklım yine dün geceye kaymıştı. Nasıl kaymayabilirdi ki?

***

"Papa hazretlerinin söylediği kişiye güvenebilir miyiz?" At arabasında oturmuştum. Dirseğimi camın aşağısındaki küçük çıkıntıya koymuş çenemi ise elime bastırmıştım. Yanıt duyamadığımda kafamı sağa sola salladım. "Emin değilim." Kaşlarım çatlı haldeydi, ne kadar rahatsız olduğumu belli ediyorlardı. Kafamı hafif çevirip Olivia'ya gözlerimi diktim. "En azından umursayıp yanıt verebilirdiniz?" Tek kaşımı kaldırdım. Olivia yavaşça iç çekti. Gözlerinden yorgunluğu okunuyordu. Dudaklarım istemsizce kıvrıldı. "Bu manzarayı gören..." Gözlerimi ondan çekip camdan dışarı diktim. Dağlar kendilerini bana gösteriyordu. "...gece boyunca uyumayıp Jacob'u düşündün sanır." Kurduğum cümle iğneleme amaçlıydı. Olivia, duyduğu endişeden dolayı gece boyunca uyuyamamıştı. Bunu bana geveze refakatçisi Irene demişti. Şimdi ise bu gerçeği yüzüne vurarak onu çileden çıkartmak istiyordum. Umutsuzca gözlerimi Olivia'ya diktim. Beklediğim tepkiyi vermemiş ve sessizliğini korumuştu. Ne kadar can sıkıcı ama! Anlaşılan o ki Olivia'yı de babam gibi Jacob'a kaptırmıştım. Olivia'yı baştan sona inceledim. Seni fazla aptal, budala armut, seni! Derin nefes alıp boş verdim. Değersiz olan hislere zamanımı harcamayacağım artık.

Atların kişnemesini duyduğumda gözlerimi kocaman açıp etrafa baktım. "Bu tantana da neyin nesi?!" Olivia de kapanmış göz kapaklarını açmış aylak şekilde etrafı izliyordu. Camı açıp dışarı baktığımda gözlerim pörtledi resmen. Bir adam... Bir şeytan... Ya da belki iblis? Bilemiyorum, ama onun karanlık dünyanın en korkunç yaratığı olduğuna yemin edebilirim. Fakat tehlikeliydi, yakışıklı bir yüz acımasız bir şekilde etrafındaki tüm insanları ve atları öldürüyordu. Adamın gözleri bir anlığına benim gözlerimle buluştu. Bu adamı tanımıyorum, ama neden... neden bana Karanlık Krallığının kralını hatırlattı ki? Ne? Neden bu adamı düşündüm ki? Hayır, o an aniden aklımda beliriverdi işte! Oysa hiç benzerlikleri yoktu. Bana bile daha fazla benziyordu bu önümdeki korkunç adam.

Gölge siyahı saçları, zehirli bir okyanusu andıran mavi gözleri... Adam aniden bizim at arabasının üzerinde belirdi. Ne bir dakika... Kaşlarım çatıldı. Bu adam ışınlanabiliyor muydu? Bu delilikti! Adam elindeki kılıcıyla, at arabasının şoförünün önünde durdu. Şoför korkusundan kaskatı kesilmişti. Gözlerim Olivia'ya kaydı. O da donmuş gibiydi. Aklımı kullanmalıydım! Aklımı kullanmalıydım, yoksa dışarıdaki çürük fos sonumuzu getirecekti.

Hızla araçtan inip şoföre yaklaştım. Gözlerim korkunç adama kaydı ve yüzümü iğrendiğimi belli eden bir ifade kapladı. Bu ifadeye karşı adamın yüzü yumuşamıştı, tuhaf... Neyse hâlâ yaşamak için zamanımız vardı. Şoförün yanına geçip, ipleri elinden almaya kalkıştığım anda kulağımın hemen yanında onun düzensiz nefesini duydum. Gözlerim şaşırmamın etkisinden kocaman oldu. Doğru ya... Bu adam ışınlanabiliyordu ve arkamda belirmişti. "Sonunda tanışabildik, anne." Ve o duygu... Beni boğacak kadar kuvvetli olan o koyu duygu... Elimle boğazımı tuttum. Vaftiz töreninde ve kraliyet kütüphanesinde hissettiğim o duygu... Tıpatıp aynısını hissediyordum.

Büyülenmiş ZamanWhere stories live. Discover now