on sekiz

54.9K 2.5K 211
                                    

Cihangir'le yan yana evime doğru yürüyorduk. Çalıştığım yeri görmek ve beni ziyaret etmek için gelmiş, eve bırakmayı istemişti. Arabayı sokağın başında park ettikten sonra birlikte yürümeyi teklif etmişti. Reddetmek olmaz tabi, kabul edip sırıtmak isteyen dudaklarımı es geçip yanında yavaş yavaş ilerliyordum. İkimizde fazla sessizdik. Ne konuşacağımızı bilmiyor öylece ellerimiz ceplerimizde yürüyorduk.

Derken kapının önünde durdu adımlarımız. Bu sokak niye bu kadar kısa? Daha önce hep uzun geliyordu oysa. "Gideyim o zaman ben," diyen Cihangir'le aklıma geleni söyledim direkt.

"Eğer işin yoksa bir kahve ikram edeyim sana?"

Aynen sürekli yan yana olmak istediğimi belli etmiyorum tabiki. Daha iyi belli edilemezdi zaten Kiraz.

"Zahmet vermeyeyim?"

Ya biz ne ara bu kadar kibar ve resmi olmuştuk? Hiç yakışmadı bu hal bize. Doğal olmak lazım.

"Hayır ne zahmeti, beni buraya kadar getirdin. Bir kahvenin lafı olmaz," diyerek önden ilerleyip beni takip etmesini bekledim. Ardımdaki adım sesleri heyecanımı arşa çıkardı. Yeminle düşüp kapaklanacağım diye fenalık oldum. Ama şükür ki sağ salim dairemin önüne gelebildim.

Çantamda nereye koyduğumu bilmediğim anahtarı yoklarken Cihangir yanımda duvara yaslanmış beni izliyordu. Üzerimdeki bakışlarla bir şeyler yapmak zor olsada anahtarı bulmayı başarmıştım.

İçeri girip onu da buyur ederken "Sen salona geç ben üzerimi değiştirip geleyim," dedim ve odama girdim.

Kapıyı kapatır kapatmaz arkasına yaslanıp elimi kalbime götürdüm. "Ay çıldırıyorum galiba," derken sakinleşmeyi bekler gibi soluklandım.

Yüzümdeki aptal sırıtmaya engel olamadan dans ede ede üzerimi değişirdim. Mutlu olunca deli gibi davranabiliyordum. Bende böyleyim işte ya, ne yaparsın. Dedim ve halıya takılıp yere kapaklandım. Baya güm diye popom yere yapıştı.

"Kiraz, iyi misin?" diyen sesle acıyan canıma rağmen toparlanıp düzgün çıkmasına özen gösterdiğim sesimle "İyiyim geldim," diyerek çıktım odadan. Salonun kapısında dikilmiş beni bekliyordu. Canım ya bensiz yapamıyor galiba.

"Ben kahvelerimizi yapayım o zaman," diyerek mutfağa girdim ve o da arkamdan geldi. "Bende yanında bekleyeyim. Malum başına her an bir şey gelme olasılığı yüksek," demesiyle ben gözlerimi yumarken onun gülme sesini duydum.

Gerçekten her şeyi anlamak zorunda mıydı bu adam?

"İyisin gerçekten değil mi?"

"Cihangir susar mısın lütfen? Ah lütfen beni rezilliğimle baş başa bırak," diyerek cezveyi ocağa koydum.

"Rezil olacak bir şey yok. Hem bende arada sakar olabiliyorum," diye güya beni utancımdan sıyırmaya çalıştı.

Ondan tarafa dönüp kendimden oldukça emin bir şekilde konuştum. "Hayatında hiç rezil olmadığına bahse girerim başkomiserim."

Göz kırpıp "İkinci bir sakarlık yaşamak istemiyorsan ocağın altını kıs," diyerek kahveyi işaret etti.

Tabi ben yine bildiğiniz gibi, oldukça kendimden emin bir şekilde "Yeni koydum bir şey olmaz ona. Hem sen cevap ver bakayım bana. Ne zaman en son bir sakarlık yaptın?"

"Hatırlamıyorum, aklıma gelmedi sen böyle sorunca."

"Olmadığını söylemiştim," dememle sandalyeden kalkıp kollarını iki yanımdan tezgaha koydu. Ama biz niye şimdi bu kadar yakın olduk ki yani? Kalbime inecek yahu. "Her şeyden bu kadar emin olur musun sen böyle?" diyerek yüzlerimizi hizaladı.

Şimdi ben bu adama böyle yakından bakınca bir fenalık oldum. Bir erkeğe göre oldukça biçimli bir burnu -estetik mi acaba-, çok dolgun olmasada oldukça güzel dudakları -aklıma gelenlere tövbe- ve hafif kirli sakallarıyla fazla iyiydi. Kalbime indirecek kadar.

"Nasıl beğenebildin mi bari?" derken dudaklarında oluşan gülümseme ve kırptığı gözle içim bir hoş oldu.

Ha?

Oldu ben şuraya bir bayılayım.

Kısıkça gülüp elini yanımdan uzatıp "Ocağı kapatalım en iyisi. Bu kahve olmuştur," dedi. Hay aksi, kahveyi unuttum ben. Biz kahve içecektik değil mi?

Boğazımı temizleyip omuzlarından geriye iteledim onu. Yerinden kıpırdamayı tercih etmemesiyle gülüp kolunun altından sıyrıldım. "Kahve içelim biz. Kahve faydalıdır yani."

Bardaklara köpükleri alırken "İçelim o zaman," demesiyle güldüğünü anlamıştım. Bu adam normalde bu kadar gülüyor muydu ya? Nemrut gibi dolanıp duruyordu daha düne kadar ortalıkta.

Çalan zille düşüncelerim dağıldı. "Ben bakayım eğer beklediğin biri yoksa," diyen Cihangir'le kafamı iki yana salladım. Kapıya ilerlerken tepsiye aldığım bardaklarla bende arkasından ilerledim. Karşımda gördüğüm kişiyle göz devirdim.

"Halil?" diyen Cihangir benim yerime sorgularcasına bakmıştı ona.

"Yemin ediyorum bir alana bir bedava gibisiniz. Gelsene içeri," diyerek güldüm.

Bizim aksimize Halil tüm ciddiyetiyle "Aradım ama ulaşamadım size. Evde olmayınca buraya geleyim dedim. Başkomiserim çıkmamız gerekiyor. Acil bir durum var," dedi.

Kaşlarım çatılırken Cihangir askılıktan ceketini aldı. Tepsiyi masaya bırakıp yanlarında dikildim. Cihangir çıkmadan göz kırpıp "Gitmem gerekiyor. Başka zaman içmek isterim kahveni," diyerek yanıma yaklaştı.

Gülümseyerek beline doladım kollarımı. O da anında sardı kollarını bana. "Kendine dikkat et."

"Hoop çifte kumrular, arkadaşlar böyle uzun uzun vedalaşmazlar. Yani hatırlatayım dedim," diyen Halil'le kollarının arasından sıyrıldım.

Cihangir Halil'e bir tane rastgele vurup "Gitsene oğlum sen. La havle!" diye sinirle soludu.

Halil kaçarcasına merdivenlere yönelip gülerek konuşmaya devam etti. "Kiraz Hanım Yengem bir dahaki kahve tuzlu olsun. Ancak keser başkomiserimi."

🍒

Düzenlenmiştir.

'İstanbul Beyefendisi'ne bekleniyorsunuz.

Yeni bölüm düzenleyebilirsem gün içinde gelir. Gelmezse yarın görüşürüz.

Seviliyorsunuz<3

KISADIR AŞKIN BOYU | Yarı Texting ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin