36. BÖLÜM

3.4K 198 12
                                    


Medyanın güzelliği der susarım ❤️

*****

Telaşlı adımlarla önümüzden geçip giden insanları, haylaz çocukları ve sürüyle uçuşan kuşları... Bir tiyatro oyunuymuşçasına izliyorduk, aynı bankta yan yana oturmakta olan ben ve saz arkadaşlarım. Tuhaf bir sessizlik hüküm sürüyordu, aramızda. Yaklaşık yarım saattir üçümüz dut yemiş bülbül gibi suspus duruyorduk öylece.

Belli ki herkes kendince iç dünyasına dalmıştı. Ya da belki de benim düşündüğümün aksine, daha yüzeysel konular dönüyordu kafalarında. Mesela, bugün güneşin ne çok parlak göründüğünü, veya karşımızda babasına kendisine dondurma alması konusunda dakikalardır ısrarda bulunan küçük kızın ne kadar sinir bozucu olduğunu düşünüyor olmaları muhtemeldi. Belki de yan bankta erkek arkadaşı tarafından terk edilmekte olan, kız için üzülüyorlardır...

Şayet ki bana, 'asıl sen ne düşünüyorsun?' diye soracak olursanız; karşımızda, saatlerdir babasına ısrarda bulanan küçük kızın ne kadar sinir bozucu olduğunu düşünmekle meşgul olduğumu söyleyebilirim. Böyle çocuk düşman başına... Hayır yani, belki adamın dondurma alacak parası yoktu. Ne bu şımarıklık böyle? Oldum olası şımarık çocuklardan nefret etmişimdir.

"Abi?" Saçmalığı boyumu aşan düşüncelerimi yarıda kesen bankın diğer bir ucunda oturan Çiçek'in sesi oldu.

"Efendim" diye yanıtladı, ortamızda oturan Bulut'da.

"En son parka geldiğimiz günü hatırlıyor musun?" Yine kısa bir sessizlik baş gösterdi. Akabinde, Bulut'un kırık sesi duyuldu.

"Hatırlıyorum." Ses tonu kötü bir anısını hatırlamış olduğunu, fısıldadı kulağıma. Bakışlarımı yüzüne çevirdim. Acısı çehresinden okunuyordu, sanki. "O sabah nasıl da başının etini yemiştim annemin, parka gitmek için."

"Neden bu kadar üşengeçsin! Neden diğer anneler gibi değilsin! Ne olur sanki bir kez sen parka götürsen bizi?" Çiçek'in sesini incelterek, söylediği şeyler ile Bulut'un yüzünde buruk bir tebessüm belirdi.

"Nasıl hatırlıyorsun bunları? Küçüktün sen o zamanlar."

"Fil hafızası var ben de unuttun mu?" Dedi, işaret parmağıyla şakağına dokunarak, Çiçek. Kaşlarını kaldırdı, Bulut.

"Pardon, bir an çıkmış aklımdan." Diyerek alaya aldı onu. Ardından derince iç geçirdi. "O sabah farkında olmadan ne çok kırmıştım kalbini annemin." Bakışlarını çevirdi bana. "Benim annem diyabet hastasıydı." Dedi, bana açıklama yapmak istercesine. "Fazla kilolarından oldukça muzdaripti. Dışarı çıkmayı sevmezdi. Yorgun olduğunu söylüyordu hep. Ayakları yorgundu, elleri yorgundu, gülüşü yorgundu... Lakin ben bu hâlini hep üşengeçliğine vuruyordum, acımasız çocuk aklımla. Yine o sabah babam göreve gitmişti. Polisti benim babam." Diye bilgilendirdi beni, akabinde devam etti; "Annem dışarı çıkmadığı için, genelde babam bizi hep götürürdü dışarı. O gün babam da evde olmayınca, anneme yalvar yakıla ikna ettim sonunda. Ben, Çiçek ve Annem gittik parka. İkimizde epey hiperaktif olduğumuz için annemizi oradan oraya sürüklemiştik tüm gün. O da sırf gönlümüz olsun diye çıkarmamıştı sesini. Lakin eve dönüş yolunda fenalaştı. O an ne yapacağımızı şaşırmış durumda, şok olmuş gibi bakakaldık yere yığılan annemizin bedenine. Allah'tan o sırada babam eve dönüyormuş. Bizi öyle görünce soluğu hastanede almıştık."

Devam etmesini bekledim, lakin derin bir sessizliğe büründü, Bulut. "Sonra?" Diye sordum tedirgince.

"Annem, o günden sonra 1 hafta hastanede kaldı, ardından taburcu oldu. Lakin günbegün güçten düştü. Yatağa mahkum oldu. Ben üniversitedeyken de sonsuzluğa yumdu gözlerini." Konuşurken sesi titremiş, omuzları çökmüştü. Sanki o günü tekrar yaşıyormuş gibiydi.

BULUT (BXB)Where stories live. Discover now