6. BAŞKA KOŞULLAR

Start from the beginning
                                    

"Dünya size inanıyor mu?"

Gözlerimi kıstım, "Dünya bize inansaydı ne anlamı kalırdı?" diye sordum. "Türk olmak, yalnız olmaktır."

"Günlük tarih ve edebiyat dozumuzu aldık. Sırada ne var? Coğrafya?"

"Deliriyorsun değil mi?" Onun sınırlarını merak ediyordum. İhtimallerimden hangisini doğru çıkaracaktı ve ne zaman? "Karşında bilgili ve her dediğine cevap verecek biri var çünkü."

"Bu soruma cevap ver o zaman." Gözlerini kısarak bana baktı sert bakışlarla. "Savaşı kim kazanacak?"

"Biz."

"Savaşı kimse kazanmayacak," dedi başını iki yana sallarken. "Anneler ve babalar yas tutarken hangi galibiyetten bahsediyorsun?"

Sırıttım. "Bizi kendinizle karıştırmayın. Azerbaycan'da şehit annesi tabut taşınırken ellerini havaya kaldırıp dans etti. Oğlunun düğününde oynayamadı, şehadetinde oynadı. Bir baba, tek oğlunu şehit verip on oğlunu da vatan için feda edeceğini söyledi gururla. Bu insanları ölüm mü durduracak? Ölümle güçlendiler zaten! Hocalı ve 20 Ocak katliamlarını yaşayan bir milleti ölüm mü korkutacak?"

Sessizce ayağa kalktı. "Uyuyalım artık. Odaya geç sen."

Gözlerimi devirerek, "Kaç tabii," diye mırıldandım.

"Hilal." Sesi sakin, kısık ama öfkeliydi.

"Dört." Ona aynı şekilde karşılık vermekten zerre çekinmedim.

"Uyu lütfen," dedi sabır dilenir gibi bir ses tonuyla. "Sabah erkenden çıkacağım. Victor da olmadığına göre evde kalabilirsin. Önümüzdeki tıra kadar idare edelim."

"Tamam."

Başka hiçbir şey söylemeden içerideki odaya geçeceğim sırada arkamdan, "İyi geceler, Türk kızı. Ve teşekkürler," dedi. İstediği zaman gayet de kibar olabiliyordu demek ki.

Omzumun üzerinden ona baktım. "İyi geceler, yüzbaşı. Önemli değil."

🕊

Ertesi sabah uyandığımda Dört yoktu. Ev ürkütücü bir sessizliğe gömülüydü. Uyanır uyanmaz kazınan midemin seslerine son vermek adına kendime bir sandviç hazırladım ve çay demledim. Ardından tüm evi didik didik aradım kanıt bulmak adına ama ev tertemizdi. Buranın ona ait olmadığı aşikârdı. Savaş döneminde yerleşmiş olmalıydı. Her şey oldukça köhneydi ve ona ait olmadığı düşündüğüm kocaman bir sandık vardı. Sandığın içerisinden bir kadına ait olması muhtemel olan örtüler çıkmıştı.

Halıların altını bile kaldırmıştım ama bileklik gibi bir delil bulamamıştım.

İhtimaller tüm gün zihnimde dönerken en son onun uyuduğu ve yatağını bile toplamadığı kanepede uyuyakaldım. Parfümünün kokusu beni mayıştırmış olmalıydı çünkü burnumu yastığına sürtüyordum istemsizce. Parfümü gerçekten çok hoşuma gitmişti.

Geceye kadar gelmedi. Uyandığımda hava zifiri karanlıktı ve benim uğraşacak hiçbir şeyim kalmamıştı.

Babamı düşündüm bir süre. Beni arıyor muydu? Aklından hangi ihtimaller geçiyordu? Öldüğümü düşünmüş olabilir miydi?

Alp... O yüksek ihtimalle kendini suçluyordu. Yanımdan ayrılmaması gerektiğini düşünüp kendini yiyip bitiriyordur.

Peki... Görevimi kim üstleniyordu? Alp, Türkiye'ye dönmezdi, yeni bir gazeteci mi gelmişti acaba?

Ansızın bakışlarımın hedefi olan televizyonla şaşkınlığım büyüdü. Günlerdir burada duran televizyonu şimdi fark ediyordum resmen! Çalışıp çalışmadığını kontrol etmeliydim.

FELAHWhere stories live. Discover now