6. BAŞKA KOŞULLAR

Start from the beginning
                                    

Siyah kupasını kaldırdığında yüz ifadesinden hiçbir şey anlaşılmıyordu. Kahvesinden birkaç yudum aldı, ardından kupayı indirerek dümdüz sesle, "Belki de rakibimi elediğin için sevinmişimdir. Sonuçta yeni biri atanana kadar buralar bana kaldı," dedi.

Kaşlarım çatıldı. "Sırf rakibin diye mi yani?"

"Aynen," dedi omuz silkerek. "Kahveni soğutma. Üç kaşık şeker attım ama yine de sert oldu tadı."

Gözlerimi kısarak, "Yoksa beni öldürmek mi niyetin? Şekerle hem de?" diye sordum.

"Nasıl da bildin," diyerek yalandan şaşırdı. Ardından ciddi bir tavırla iç çekti. "Bela mısın sen? Ciddi soruyorum. O tırdan hangi akılla indin? Sonraki tır ne zaman gidecek, bilmiyorum bile."

"Öldürecekti seni."

"Öldürsün, sana ne?" Kupasını sertçe sehpaya bıraktı. "Sence ben onun gibi birinin çektiği silahtan kurtulamaz mıydım? Bir hareketime bakardı kolunun kırılması. Sadece tırın gitmesini bekledim."

Ben de kupamı sehpaya bıraktım ve kollarımı göğsümde kavuşturarak, "Ya kurtulamasaydın?" diye sordum öfkeyle. "Teşekkür etmek yerine hesap mı soruyorsun? Ödeştik işte! Sen beni, ben de seni kurtardım. Kabul et."

"Kurtulurdum... Ama bundan sonra senin buradan nasıl kurtulacağını hiç bilmiyorum. Çok büyük aptallık yaptın." Dik dik ona bakmayı sürdürdüm. Derin nefes alıp, "Teşekkürler," dedi birkaç saniye sonra. "Aptal kız."

"Sensin aptal."

Sırıttı. "Ölmemi istemiyordun hani?"

"Vefadandır o. Senle bir ilgisi yok."

"Peki, öyle olsun."

Aniden, "Türkçeyi ne kadar sürede öğrendin?" diye sordum. Onunla ilgili olan ihtimallerimi zihnimde tartmaya başlıyordum.

Kahvesinden yudum alırken kaşlarını havalandı. "Sorguda mıyım?"

"Zor bir soru muydu?"

"Hayır," diyerek kupayı sehpanın üzerine bıraktı. Zaman kazanıyordu. Sorumu düşünüyordu besbelli. "Bir senede."

"Bir seneye göre gayet iyisin," dedim beğeni dolu gözlerle.

"Teşekkürler," diye mırıldandı ve tekrar kupasına doğru uzandı. Gergindi. Ve gerginliği hissedilecek kadar yoğundu.

"Atatürk'ü tanıyor musun, Dört?"

Gözlerimi kısarak onun ifadesini anbean izledim. Yüzünde tek bir mimik oynamadı, fakat kupayı kavrayan parmaklarında bir hareketlilik görür gibi oldum. Tek yudum aldığı kahvesini tekrar sehpaya bıraktı, ardından gözlerini bana dokundurdu. "Atatürk'ü tanımayan var mı?"

"Doğru, düşmanlarımızın daha iyi tanıması normal."

"Hilal," diye uyardı beni. Sanırım onunla düşman olduğumuz detayına değinmem pek de hoşuna gitmiyordu.

"Peki, sizin tarihinizde onun yeri ne? Merakımdan soruyorum. Mesleğim gereği bunu merak etmem bence oldukça doğal."

"Anadolu'daki Ermeni nüfuzunu yok etti?"

"Siz de 1909'da Maraş'ta katliam yaptınız!"

Başını iki yana salladı. "Boş yapma."

"Ne boş yapacağım?!" diye yükseldim. "Şehirde kalan Amerikalıların, bu olay hakkında İstanbul'daki temsilcilerine çektikleri telgraf yalanlanamayacak bir şekilde belirtiyor faciayı! Neden 1909'u unutup on yıl sonrasını konuşuyorsunuz?"

FELAHWhere stories live. Discover now