-16-

313 30 7
                                    

Volkan ayağa kalkıp telefonu ve fotoğrafı Açelya'ya uzattı. "Şuna bak, çabuk."

Açelya aynı heyecanla aldı, Volkan'ın uzattıklarını. "Bu iki fotoğraf birbirinin aynısı."

"Doğru, birbirlerinin aynısı. Fotoğrafı Aykut'un evindeyken çekmiştim ve işte şimdi aynısı Mehmet'in evinde de var. Demek oluyor ki Mehmet'le Aykut lisede aynı okulda hatta aynı sınıftaydı."

Açelya fotoğrafın arkasına yazılmış yazıya baktı. Mürekkep dalga dalga olmuş olsa da okulun adı hala okunuyordu. "Bu şehir merkezindeki lise değil mi?"

"Evet," diye onayladı Volkan, "tam da orası."

"Didem de bu okulda müdürlük yapmamış mıydı?"

"Aynen öyle."

Açelya telefonu kapatıp Volkan'a uzattı, gülümsüyordu. İlk defa elle tutulur bir ip ucu bulmuşlardı. "Ne duruyoruz o zaman? Hemen okula gitmeliyiz. Belki işimize yarar bir şey söylerler."

İlk önce Açelya fırladı odadan, hemen arkasından Volkan. Onları koştururken gören Koray meraklandı. "Bir şey mi oldu?"

Volkan kısa bir açıklamayı gerekli buldu. "Aykut'la Mehmet eskiden aynı lisedelermiş hatta aynı sınıftalarmış. Bahsettiğimiz lise de Didem'in müdürlük yaptığı lise. Merkeze geçtiğinde komisere her şeyi anlatırsın." Koray'ı arkasında bırakıp dışarı çıktığında Açelya'nın çoktan arabayı çalıştırmış hazır beklemekte olduğunu gördü. Aceleyle arabaya bindiler ve yola koyuldular.

Yarım saat sonra aradıkları lisenin bahçesindeydiler. Kimi öğrenciler top oynuyor, kimileri banklara, yere çimlerin üzerine oturmuş sohbet ediyorlardı. Açelya çocukları seyrederken, "liseye geri dönmek ister miydin?" diye sordu.

Volkan güldü. "Hiç sanmıyorum." Okulun ön kapısından girdiler. Nöbetçi öğrenciye sorup müdür odasının yerini öğrendiler. Önden Volkan girdi içeri, arkasından Açelya. "İyi günler," diye söze başladı Volkan. Polis kimliğini gösterdi. "Size sormak istediğimiz birkaç şey var."

Yeşil gözlü, küt kahverengi saçlı, çoktan ellisini geçmiş müdür, masasının önündeki iki koltuğa oturmalarını rica etti. "Bir şey mi oldu? Ne için konuşmak istiyorsunuz?"

Kendilerine gösterilen koltuklara oturdular. Açelya, Mehmet'in, Aykut'un ve Didem'in birer fotoğrafını kadının önüne koydu. "Bu iki kişi," bu sırada Aykut ve Mehmet'in fotoğraflarını gösteriyordu, "Aykut Şahin, Mehmet Çelik bu liseden mezun olmuş kişiler. Diğeri de Didem Akay bir süre müdürlük yapmış. Onları tanıyor musunuz?"

Müdür gözlüklerini taktı, fotoğraflara teker teker baktı. "Hatırlıyorum, onlar öğrenciyken ben burada henüz genç bir öğretmendim ve evet Didem Hanım müdürdü."

Açelya istemsizce gülümsedi. "Pekâlâ, onlar hakkında bize ne söyleyebilirsiniz?"

Kadın gözlüklerini çıkartıp masaya koydu. "Size hatırladığım kadarıyla yardımcı olmak isterim ama benden resmi belgeler istemeyin çünkü birkaç yıl önce çıkan yangında okulun bütün evrakları yandı. Merakımı mazur görün. Onları neden soruyorsunuz?"

"Üçü de acımasızca işlenen cinayetlere kurban gittiler," diye yanıtladı Volkan, kadının sorusunu.

"Cinayet mi? Nasıl olur?"

"Biz de bunu çözmeye çalışıyoruz. Ne biliyorsanız anlatmanız gerekiyor. Üçünü birbirine bağlayan en ufak bir şey var mıydı?"

Müdür bir süre çenesini kaşıyarak düşündü. "Üçü de varlıklı insanlardı. Mehmet ve Aykut okul konusunda çok başarılı olmasalar da aileleri tarafından şanslı çocuklardı. Üniversiteyi bitirdikten sonra her ikisinin de işleri hazırdı. Gerçi Aykut'un ailesinin işlerinin bir süredir iyi gitmediğini duymuştum. Didem Hanım ise... bilirsiniz işte. Onda pek müdür havası yoktu. Biraz uğraştı ve bıraktı. Bu işlerin ona göre olmadığını anladı."

"Onları birbirine bağlayan bir sebep olmalı."

Müdür bakışlarını Volkan'a çevirdi. "İnanın onları birbirine bağlayan şeyin ne olduğunu bilmiyorum."

"Emin misiniz? Lütfen, iyi düşünün. Söyleyeceğiniz her şey bizi katile götürmek için bir adım olacak." Açelya ısrar etti.

Kadın durup biraz daha düşündü. "Üzgünüm."

Volkan ve Açelya umutsuzca ayağa kalktılar. Halbuki buraya gelirken bir ip ucu bulacaklarından çok umutlulardı. "Yine de teşekkür ederiz."

"Rica ederim."

Okuldan çıktılar, merkeze geçtiler. Koray, Mehmet'in evinden dönmüştü. O masada otururken Murat ayaktaydı. Hiçte sakin görünmüyordu aksine öfkeden köpürüyor gibiydi.

Koltuklarına geçerlerken Volkan sessizce, "ne oldu?" diye sordu.

Koray kafasını iki yana salladı. Bu hareket iyi şeylerin olmadığını anlamaları için yeterliydi. "Bu nasıl olur?" diye bağırdı aniden, Murat. "Birisi insanları eski idam yöntemlerine göre öldürüyor. Birini farelere yediriyor, birini külle boğuyor, diğerini ezerek öldürüyor. Ve biz daha bunu yapanın kim olduğunu ya da bu insanları birbirine bağlayanın ne olduğunu bile bilmiyoruz."

Diğerleri sessizce oturup komiserin sinirinin geçmesini bekliyorlardı. "Ve şimdi de bu mektup saçmalığı," derken masanın üzerindeki kağıdı tekrar eline alıp okudu.

'Dolunay yeniden yükseldiğinde Büyük Yılan adaleti sağlayacak ve Ateş Tanrısı'nın ateşi hepinizi yakacak.'

Birini okuduktan sonra diğer kağıdı aldı.

'Ben Efendi'yim. Siz benim ne yaptığımı, ne yapacağımı bilmezsiniz ama ben sizin her yaptığınızı bilirim. Attığınız, atacağınız her adımı, yaptıklarınızı, hayatınızı, sizin hakkınızda olanları, arkanızdan neler döndüğünü dahi siz bilmeseniz bile ben biliyorum. Nefesim her an ensenizdedir. Çocuklarım her yerdeler. Çünkü ben Efendi'yim. Beni bulmaya çalışmayın. Ben ne zaman istersem o zaman ortaya çıkarım. Şimdi vakit henüz yakınken bu işi başaramayacağınızı kabullenin ve şerefinizle vazgeçin. Yoksa bu size rezil olmaktan başka bir şey getirmeyecek.'

Oyuncak Zaferler (B×B)Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang