35.Bölüm.

3K 145 28
                                    

Miraç'ın kollarında ağladığım için yüz ifadesini göremiyordum ama tahmin edebiliyordum. Muhtemelen şaşkınlık ve öfke karışımı duygular tırmalıyordu beynini. Aynı bana olduğu gibi.

Uzunca bir süre birbirimize sarıldık. İnanması tuhaf ama bu gün Miraç la hiç olmadığı kadar çok sarılmıştık. Biz bu haldeyken bu tarz küçük ve saçma ayrıntılar aklıma geldiği için kendime kızdım ve yavaşça Miraç'ı kendimden uzaklaştırdım. Gördüğüm manzara elbette beklediğim bir manzaraydı fakat daha da kötüsü söz konusuydu. Şoka girmiş gibi boş bir şekilde, arkamdaki komdinin üzerindeki minik melek objesine bakıyordu. Hafifçe onu sarstım ama aynı tepkisizlikle bakmaya devam ediyordu. Bir kez daha sarstım. Bu sefer daha sert davranmıştım. Nihayet yüzüme bakmayı başarabilmişti.

"Türkiye'ye gidiyoruz." dedi aniden. Gözlerim kocaman olmuştu ve değişik bir heyecana kapılmıştım. Ne diye heyecan yapıyordum ki sanki? Annem ve yeni kocasının mutluluğunu göreceğim için mi?

"Saçmalama. Hem babam izin vermez ki." Sesimin fazla buruk çıktığını biliyordum ama umursamadım.

"Bir şekilde hallederiz." dedi ve ayağa kalktı. Hızlı adımlarla odadan çıktı. Bir kaç saniye sonra bir kapı kapanma sesi daha geldi. Muhtemelen bu ses Miraç'ın odasının kapısından çıkmıştı.

Açıkcası Türkiye'yi çok fazla özlemiştim. Ece'yi, evimi ve diğer arkadaşlarımı. Hatta eski okulumdaki deli müdürümüzü bile özlemiştim. Zaten Mrs.Staff gibi bir müdüreden sonra diğer bütün müdürler ve müdüreler bana fazla sempatik geliyordu. Bir yandan da Türkiye'ye gitmek istemiyordum. O herifi görüp üzülmek, annemin o adamla mutlu olduğunu görmek ve bütün bunlara sessiz kalmak zorunda olmak istemiyordum. Hem Türkiye'ye gitmek için bir sürü sebebim varken diğer yandan da hiç bir sebebim yoktu. Kişilik bozukluğumun bile bozuk olduğunu biliyor muydunuz?

Ağır adımlarla az önce parçaladığım telefonuma doğru yürüdüm. İnşallah kırılmamıştır demekten kendimi alamadım elbette. Şu an telefonuma çok ihtiyacım vardı. Parçaları elime aldığımda sadece kapağının ve bataryasının çıkmış olduğunu görmek beni rahatlatsa da bu rahatlığın keyfini çıkaramadım. Hızla telefon parçalarını birleştirip açma tuşuna basılı tuttum. Telefon açılırken, bende telefonumun görünüşünü kontrol ettim. Oldukça çizilmişti ama bu umursayacağım en son şey bile değildi. Telefon nihayet açıldığında ezbere bildiğim numarayı aradım.

"Ece?" dedim endişe kokan sesimle.

"Sîva, hayırdır güzelim?" Sesimdeki endişeyi anlamış olacak ki onun da sesi telaşlı gelmeye başlamıştı.

Herşeyi bir bir anlattıktan sonra "Maalesef haberim var." cevabını almıştım. Ece'nin haberi olduğu halde bana söylememesine elbette kırılmıştım fakat çok umursamadım.

"Miraç ve ben Türkiye'ye geliyoruz." Pat diye söylemiş olmam kısa bir sessizliği davet etti.

"Cidden mi? Sevinmem gerekir mi bu durumda?" Canım arkadaşım yanlış bir şey yapmamak için kendini parçalıyordu resmen.

"Sevin bence. Sırf Miraç istiyor diye geliyorum. Aslında bu ziyareti çekilebilir hale getirecek tek insan sensin." dedim hayal kırıklıklarım kalbime batarken.

Uzun bir süre sonra telefonu kapattık. Ağlamaktan dolayı başım şiddetli bir ağrıyı kucaklasa da güçlükle kendimi banyo'ya atabildim. Sıcak suyu açıp kendimi suyun dost gibi görünen kollarına bıraktım. Uzun bir süre tepkisizce suyun tenime çarpıp ardından süzülmesine izin verdim. Mentollü şampuanımı avcuma döktükten sonra masaj yaparak saçımı köpürttüm. Mentol biraz olsun beni rahatlatırken suyun parmaklarımı buruşturduğunu fark edebiliyordum. Banyodan çıkıp pembe bornozumu giydim. Saçlarımı kurutmadan kendimi yatağa attım. Öylece tavanı izlerken Amerika serüvenimi gözden geçirdim.

Jay den nefret ettim.

Jay'e aşık oldum.

Jay beni aldattı.

Annem ile babam boşandı.

Uyuşturucuya başladım.

Jenn öldü.

Jay ile barıştık.

Tedavi oldum.

Jay uyuşturucu ticaretini bıraktı.

Annem evleniyor!!!

Büyük bir sıkıntıyka oflayıp elimle yüzümü ovuşturdum. Kısa sürede yıkılıp tekrar toparlanmıştım. Şimdiyse tekrar yıkılıyordum. Temelim iyice hasar görmüştü ve bir sonraki sarsıntıda sadece enkaz kalacaktı. Ben ise o enkazın ta kendisi olacaktım. Hayatıma giren insanlar o enkazın altında sıkışıp kurtarılacağı günü umutla bekleyeceklerdi. Ne acı ama...

Zorlukla ayağa kalkıp üzerimi giydim. Saçlarım kurumak üzere olduğundan dolayı kurutma işlemini geçtim. Yatağımın üzerinde duran telefonumu pantolonumun arka cebine sıkıştırıp odamdan çıktım. Miraç'ın odasının önüne geldiğimde iki kere kapıyı tıklattım ve onay sesi bekledim. Çok geçmeden "Gel." sesini duymuştum. Kapıyı açıp yavaştan kafamı içeriye doğru uzattım. Miraç düşünceli bir şekilde minik bir bavula kıyafetlerini koyuyordu. Bu kadar acele etmesini anlamıyordum.
"Ne bu acele?" diye sordum.

"Bu akşam gidiyoruz. Sende hazırlansan iyi olur." diye homurdandı. Yüzüme bile bakmıyordu.

"Peki ama babam?" diye sordum kaşlarım havaya kalkarken.

"Hallettim." Kısa kısa cevaplar verip beni sinir etse de soru sormaya devam ettim.

"Annemin evleneceğini biliyor mu?" diye sordum çekinerek.

Yine kısa bir cevap verip "Biliyor." dedi. Soğukkanlı olmaya çalışıyor gibiydi ama onu asıl iradeli kılan öfkesiydi.

Acaba babam bu durumu nasıl karşılaşmıştı? Kendini işine verip umursamamaya mı çalışıyordu? Yoksa umursamadığı için mi kendini işine veriyordu? Cevapsız sorularımı kendime saklayıp odama doğru yürüdüm. Bende küçük bir valiz hazırlasam iyi olacaktı.

Minik valizimi dolabımın ücra köşelerinden çıkardıktan sonra bana lazım olabilecek eşyalarımı dizmeye başladım. Arka cebimdeki telefon titremeye başladığında hızla telefonuma sarıldım.

Jay arıyordu ama bir türlü açamıyordum. Sanki hiç konuşmamışız, hiç el ele tutuşmamışız, hiç öpüşmemişiz gibi heyecanlandım. Artık telefon kapanır diye düşünürken birden "Alo?" derken buldum kendimi.

"Neredesin?"

"Evdeyim. Başka nerede olabilirim."

"Benden neden kaçıyorsun?" Bu soruyu beklemiyordum.

"Senden kaçmıyorum. Sadece biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var. Sana yaptığım haksızlıklardan sonra kendime çeki düzen vermem gerekiyor. Bu yüzden kısa bir süre için Türkiye'ye gidiyoruz." Vereceği tepkiyi çok merak ediyordum açıkcası.

"Bende geliyorum." Gözlerim kocaman olmuştu ama o bunu göremiyordu tabi.

"Hayır gelmiyorsun." diye bağırdım. Tamam. Bağırmak aşırı tepkiye giriyordu ama bağırdım.

"Ne zaman yola çıkıyoruz?" dedi benim söylediklerimi duymamış gibi.

"Bu akşam gidiyoruz ama sen gelmiyorsun!" dedim.

"Tamam. Akşam sizin eve gelirim hava alanına beraber gideriz." Hala beni umursamıyıp kendi bildiğini okuması sinirimi bozuyordu. Tam bağırıyordum ki telefonu kapattı. Büyük bir öfkeyle valizimi hazırlamaya devam ettim.

Ve gidiyorduk işte. Taksideydik ve Jay tüm itirazlarıma rağmen kendini kabul ettirdi. Miraç biraz bozulsa da bana verdiği söz yüzünden kendini kasıyordu. Babam bizi hava alanında bekleyecekti. Babamı düşündükçe içimdeki burukluk tüm bedenimi kaplıyordu. Babam herşeye rağmen yıkılmamıştı. Ben asla kaldıramazdım. Ali Ayvaz güçlüydü. Fazla güçlü...

Okuyanlar bir vote ve yorumu bana çok görmesin lütfen. Belki güzel yazamıyorum, hoşunuza gitmiyor. Olabilir. Fakat herkes gibi bende emek veriyorum. Hemde çok fazla.

SEVİLİYORSUNUZ :)

ZORAKİ (Tamamlandı)Where stories live. Discover now