42.Kısım

397 48 214
                                    



"Yoluna yoldaş olurum.."

Çatık kaşlarının altından bakan düşünceli gözleri, karşında acıyla kıvranan Çelebi'yi seyrediyordu. Tek bir lafı Çelebi'den geriye zerresini bırakmazdı ama dakikalar geçmiş, Kürşat ağzını hiç açmamıştı. Bir sandalye çekmişti altına. Çelebi'nin tam karşısında oturmuştu ve dakikalardır gözlerini bile kırpmadan seyrediyordu onu. Arkasında uğruna ölmekten çekinmeyecek çalışanları vardı. Her biri sabırsızlıkla birbirlerine bakıp, Kürşat'ın bir şey söylemesini diliyorlardı ama bekleyişleri giderek artıyor; Çelebi'nin acı dolu sesi dışında bir ses çıkmıyordu. Korkuyla kaldırdı gözlerini Çelebi ve dakikalardır bakmamak için direndiği öfkeli gözlere baktı. Birbirine geçmiş yılanlarla dolu aklından işine yarayacak bir açıklama çıkar diye beklemişti ama söyleyecek lafı yoktu. İnlemeyi de kesmişti şimdi. Hareketsiz biçimde Kürşat'a bakmaya devam etti bir süre daha ve güçlükle yutkunduktan hemen sonra, "Öldürme beni" diyebildi.

Soğuk bir tebessüme benziyor da olsa Kürşat'ın yüzünde beliren kıpırtının tam olarak ne olduğunu çözemedi.

Geride bekleyen adamların her birine hızlı bir bakış attıktan sonra gözlerini yeniden Kürşat'a çevirdi ve "Öldürecek misin?" diye sordu.

Sandalyenin bacağından tutup Çelebi'yi iyice yakınına çekti Kürşat. Gözlerinin içine daha dikkatli bir bakış atarak dudaklarını araladı ve nefret dolu bir anlamla yüzünün orta yerine tükürdü, "Sen benimle nasıl konuşabiliyorsun!"

Bir tokat, Çelebi'nin sol yanağına indiği gibi Çelebi oturduğu sandalye ile birlikte yere serildi. Arkada bekleyen adamlar araya girecek gibi olmuşlardı ama Kürşat elini havaya kaldırarak yaklaşmalarına mani oldu ve tokatları ardı ardına Çelebi'nin yüzüne indirmeye devam etti.

"Konuşamazsın sen benimle!"

Her tokatla birlikte öfkeyle kükrüyordu, "Bakamazsın sen bana!"

"Yapma! Yapma Kürşat Bey, dur ne olur!"

"Konuşamazsın! Sen benimle konuşamazsın!"

"Dur..."

Durmuyordu, duracak gibi de değildi. Gözünün önüne gelen her çaresiz anısında biraz daha kabarıyordu öfkesi ve tokatların şiddeti artıyordu. Kan dolu yüzü neredeyse görünmüyordu artık. Güçlükle nefes almaya başlamıştı Çelebi. Ellerini kaldırıp kalan canıyla vurmaması için yalvarıyordu ama Kürşat adeta sağır olmuş gibiydi.

Fakat göründüğü gibi onu öldürmek gibi bir niyeti yoktu. Çalışanları dahi Çelebi'nin birazdan cansız bedenini alacaklarını düşünürlerken durmuştu Kürşat ve kanlı ellerini Çelebi'nin üzerine silerek doğruldu. Göz göze geldiği çalışanı hızlıca Kürşat'ın yanına gittiğinde, "Çocuklar nerede?" diye sordu Kürşat.

"Emrettiğiniz gibi arabada bekletiyoruz efendim."

"Behiye'yi aldınız mı?"

"Aldık efendim. Bir şey söylemediğiniz için eve götürmedik. Buraya mı getirelim?"

"Karımı bu leşin ayağına niye getireceğim? Alın bunu, koyun bagaja. Çocukların olduğu arabada olacağım ben. Peşimden gelin."

Apar topar bulundukları yerden çıktıklarında Kürşat etrafı kontrol eden öfkeli bakışları ile oğullarının olduğu arabanın ön koltuğuna oturdu. Göz ucuyla arka koltukları kontrol ettiğinde Asil merakla bakmıştı geride bekleyen arabanın bagajına taşınan Çelebi'ye ve "Öldü mü?" diye sordu. Kartal da bakmıştı şimdi ama merak etmemişti. Yüzünde belirgin bir nefretle çevirmişti başını öne ve arkasına yaslanıp, babasının ellerine baktı. Gördüğü kanla birlikte kaşlarını hafif biçimde çattı. Çelebi uğruna katil olması zoruna giderdi, bunun gerçek olmamasını temenni etmişti ama sormadı.

Buralar Karışır | askıdaWhere stories live. Discover now