31.Kısım

371 54 140
                                    


"Söyleyeceklerim, yapacaklarım..."

Alarm sesinden çok daha önce uyanmıştım. Gökyüzü henüz siyahtan tam anlamıyla ayrılabilmiş değildi. Perdeyi sonuna kadar çektiğim için uyumadan önce, şimdi zahmete girmeden seyredebiliyordum onu. Siyahıyla arası iyi gibi görünüyordu. Yıldızları katmamıştı üzerine. Sade olmayı tercih etmiş, pek bir şık, pek bir havalıydı. Meğer yağmuru çağıracağı içinmiş bu sadelik. Damlalar usul usul pencereye çarpmaya başlamışlardı. Çok sürmeden aralık bıraktığım pencereden odama serin bir hava misafir geldi ve saniyesinde üşümeme neden oldu. Hareket etmeye üşenir bir haldeydim ama istemeye istemeye de olsa yorgana sarıldım. Başımı iyice yatağın sağına uzatmıştım ama yetmedi. Bükülüyor gibiydim. Plastik, garip bir şeydim. Belki plastik bile değildim. Plastik bir şeyin canı sıkılabilir miydi ki? Ya da böylesine yoğun bir istekle tek bir noktaya bakarak dakikalar boyunca dua edebilir miydi? Kendimi tanımlarken kelimeleri nerelerden seçmek beni eksiksiz bir tanıma götürürdü bilmiyorum. Ama şimdi... Şu aralık duran pencereden içeri koca kanatlı bir kuş girseydi, benim herhangi tanım için koşturmama gerek kalmazdı.

Kötü rüya görmediğime sevinsem de bu sevinç yüzüme hiç yansımıyordu. Kalkmış aynadaki yansımama bakıyordum da şimdi, hiç de öyle sevinç dolu gibi bir görüntüm yoktu. Aksine, yorgunluğumu göz altlarıma bağlamış gibiydim. Beni gören günlerdir doğru düzgün uyumadığımı anlamakta kesinlikle zorlanmazdı. Bir sıkıntısı var bu kızın, diye iç geçirenler de olurdu muhtemelen ama onların görebileceğinden şüphe ettiğim bir şey vardı; yabancılık... İnsan kendini bilir değil mi? Üzgün olduğu zamanların onu nasıl bir görüntüye bürüdüğünü, mutluluğunu, kızgınlıklarını, belki kırgınlıklarını. Bütün duyguların kendilerine ev yaptıkları bir ifade olurdu. Sen o evden bihaber olursun belki ama duygular inşa etmiş olurlar bile çoktan ve her defasında o evin kapılarından bakarlar dünyaya.

Şimdi benim gözlerimde açılmış kapıların hangi duygunun evine ait olduğunu anlayamıyordum. Yorgun ve hüzün bu desem, daha dediğim anda itirazı kendim getirip bırakıyordum önüme. Hasrettir diyecek olsam yine aynı sonuçla karşılaşırdım. Hepsi birden aynı anda açtılar kapıları belki de. O yüzden anlamıyordum. Hayır hayır... Bu açıklama da doğru gelmiyordu.

Dün akşamı hatırladığımda gözlerimi kapatıp yavaşça yere oturdum. Halam uyumuştu hatırladığım sesler sırasında. Annem ve babam baş başa oturuyorlardı mutfak balkonunda. Annem önce Kartal'ı sormuştu. Babam da yorgun nefesiyle anlatabildiği kadar anlatmıştı ve beş dakikaya yakın ikisinden de ses çıkmamıştı. Sonra annem iç çekerken babamın yorgun sesi değişti. Daha diri bir ses tonu kuşanmıştı ve "Aklımdan çıkmıyor Nilüfer, nasıl ağladı bir görsen" demişti.

Açık bıraktıkları kapının camına yansıyan görüntülerinden seyretmiştim onları. Annem, babamın bu sözlerinden sonra elini alnına yaslamıştı ve "Yukardakinden kurtaracağız derken.." diye mırıldanmıştı. Tam o sırada yanlarına gidip ne saçmaladıklarını soracaktım ergenlik döneminin getirdiği yüksek gerilimle ama babam bir kez daha beni ne kadar iyi anladığını belirten sözleri söyledi.

"Kurtarmak diye bir şey yok ki hayatım. Kızımız çok akıllı. Çok kendini bilen, çok çok zeki bir kız."

"Hırsız o çocuk İsmet?"

"Yapmışlar evet. Emniyetten konuştuğum arkadaş dosyaları kabarık dedi."

"Eee? Akıllı kızımız bunu bilmiyor mu? Kapıldı gitti, ne yapacağız? Sınav dönemi üstelik?"

"Yok öyle bir şey."

"İsmet..."

"Beni çiğnemez Yaren. Benim onu çiğnemeyeceğim gibi o da bana yapmaz. Üzmez beni."

Buralar Karışır | askıdaWhere stories live. Discover now