51- AYNI ODANIN İÇİNDE

54.7K 4.4K 2.1K
                                    

"Sen şimdi burada ne denirse anlıyor musun?"

Kürşat salonun en köşesinde, minderlerin üzerine uzanmış yanınada Zeynel'i almış telefonunda bir şeyleri gösteriyordu. Telefondan gelen seslerden anladığım kadarıyla çizgi film açmıştı.

"Abi ne diyor bu?" Zeynel annemin kendisine verdiği zeytinli ekmeği ısırırken gözlerini telefondan ayırmadan konuşunca gülmeden edemedim.

"Anlıyor musun diyor?" onların yanına geçip otururdum. Zeynel kafasını olumsuz anlamda salladı.

"Allah'ım yarabbim, nasıl anlayayım. Türkçe bu." dedi, onun Türkçe'si diğerlerinden daha kötüydü. Öteki kardeşlerim okula yıllardır gittikleri için daha iyi anlıyorlardı.

"Bu bana küfür etti, hissettim." dedi Kürşat uzandığı yerde bedenini kaldırırken. Telefonu yukarı kaldırdığı için Zeynel elini uzatıp mızmızlandı. Kürşat gülerek telefonunu ona verdi.

"Sen de salaksın, nasıl anlasın çocuk?" dediğimde Kürşat tesbihini çevirirken gözlerini kısıp bana baktı.

"Ney?" dediğinde birkaç saniye anlamayarak yüzüne baktım. Daha sonra onunla da Türkçe konuştuğumu fark edip bıkkın bir nefes verdim.

"Kafa kalmadı."

"Kanalları karıştırdın." dedi sırıtarak.

Dün geceden beri daha iyiydi, en azından uykusunu almıştı. Kahvaltı ve öğlen yemeğini zorlayarak da olsa yedirdiğim için biraz daha kendine gelmişti.

Burada, bizim yanımızda daha mutlu olduğunu fark ettim o an. Sanki bu zamana kadar sokakta yaşamıştı, sevgiden ve aile sıcaklığından mahrumdu. Ufak bir harekette bile yüzünde güller açıyordu. Annem Zeynel'e zeytinli ekmek verdiğinde bile gözlerinin içi parladı, ufak bir sıcaklık hoşuna gidiyordu.

Düşüncelere dalmışken Kürşat birden oturuşunu düzeltip, tesbihini avuçlarının içine aldı. Kafamı çevirip baktığımda babamın küçük küçük adımlarla salona girdiğini gördüm, onu görünce kendini toparlamıştı.

Babam sürekli oturduğu yere geçip oturdu, Kürşat'ın varlığına alışmıştı. Onu da evden biri olarak görüyordu. Elini önünde bağlayıp gözlerini televizyona dikti, bir reklam çıkmıştı kanalda.

"Annen nerede?" Kürşat'ın sorduğu soruyla bakışlarımı babamdan çektim.

"Banyonun sobasını yakıyor." bugün çocukların banyo günüydü.

"Sanki benden rahatsız oldu, yani sabahtan beri öyle geliyor." sadece sana öyle gelmiyordu Kürşat. Ama annemin ikimizin arasında yaşananları fark ettiğini düşünmüyordum.

"Sana öyle gelmiş." zaten rahatsız rahatsız oturuyordu, ona anlatsam daha panik yapacaktı.

Bir süre Kürşat'dan ses gelmediğinde merak edip ona döndüm, aynı anda gözlerimiz birleşti. Öylece durmuş, dudaklarında belki kendisinin bile fark etmediği bir gülümseme vardı. Uzun süredir bu kadar sakin ve aşk dolu bakmıyordu suratıma.

"Çok özledim seni." dedi, istemsizce gözüm Zeynel'e kaydı. Ekmeğini hâlâ yememiş, telefonu göz hizzasında tutmuş, ekrana heyecanla bakıyordu. Ne konuştuğumuzu anlayamazdı ama istemsizce geriliyordum.

"Daha çok özlersin." dedim geriye yaslanıp, kollarımız birbirine değiyordu.

"Affetmedin mi beni?"

"Konu affetmek değil, ben seni hep affediyorum Kürşat." dedim imalı bir sesle. "Sadece, artık sana nasıl güvenebilirim onu bilmiyorum."

"Sevgime mi inanmıyorsun? Ben ilişkimize ihanet etmedim, seni seviyorum." şaşkınca ona döndüm.

"Dangalak," sesim birden fazla çıkınca dişlerimi sıktım, sakin olmam gerekiyordu. "Sen resmen bana gururunu siktir et, gel benimle dost hayatı yaşa dedin. Sen ne planladığının farkında değil misin?"

"Ben sadece bir şeyleri yoluna koymak istedim." sesi şimdi varla yok arası çıkıyordu.

"Yoluna değil, amına koydun. Tebrik ederim." dedim sinirle önüme dönüp. Bir süre sessizce durdu.

"Müzeyyen olmasaydı başkası olacaktı." çatılan kaşlarım ile ona döndüm, üzgünce bana bakıyordu. "O olmasaydı babam bizi hiç bilmeyen, belki de Müzeyyen gibi anlayışlı olmayan birini istemeye gidecekti."

Evet öyle olacaktı ve bunu düşününce işin içinden çıkamıyordum.

"Kürşat, babana itiraz edemecek kadar korkak biriysen neden benimle bu yola girdin?" dedim sakince, sadece bunu merak ediyordum. En başından beri olacakların farkındaydı.

"Çünkü Allah belamı versin ki çok sevdim." öyle içten konuştu ki afallayarak suratına baktım, anında gözleri dolu dolu oldu. "Hayatımda ilk defa böyle bir şey hissediyordum. Çocuk gibi oldum birden, önüme gelen herkese seni anlatasım geliyordu. Seni gördüğümde nefesim kesiliyordu heyecandan. Kendime çok engel olmaya çalıştım ama işte olmadı."

Hislerini tam anlamıyla açıklayamıyordu ama beni anlatırken gözlerinin içi parlıyor, çocuksu bir heyecanla konuşuyordu.

"Of Kürşat..." dedim derin bir nefes alıp. "Of."

Tam ağzını açıp birşey söyleyeceği sırada odanın içine yüksek sesli bir müzik yayıldı. Daha doğrusu ülkücü marşı olduğunu düşündüğüm bir şarkıydı.

"Telefon çalıyor." dedi Zeynel bedenini kaldırıp telefonu uzatırken. Kürşat yüzüklü eliyle telefonu aldı.

Ekrana baktığımda telefonda Reis Peder yazdığını gördüm. Kürşat'ın kaşları anında çatıldı, bana kaçamak bir bakış atıp yerden destek alarak ayağa kalktı. Ama çok gitmeden birkaç adım sonra telefonu açtı.

"Alo." dedi Kürşat, sesi sıcak suyu bile bir anda dondurabilecek kadar soğuktu.

Karşı tarafın ne dediğini anlamasamda bağırarak bir şeyler söylüyordu. Kürşat tesbihini sıktı, vücudu gerildi. Karşı taraf konuştukça tesbihini daha fazla sıkıyordu, çok fazla sinirlendiğini anlamıştım. Ayağa kalkıp yanına gittim, arkasında durdum.

Karşı taraf bağırmaya devam ederken saniyeler sonra bir ses geldi, irkilerek Kürşat'ın eline baktığımda tesbihinin boncuklarının koptuğunu fark ettim. Esmer ellerinin parmak boğumları bembeyaz olmuştu.

"Bekle, geliyorum." sesi sakin çıkıyordu, dişlerinin arasından konuştuğunu fark ediyordum.

Telefonun kapatıp cebine koyduğunda  bana bakamadan kapıya doğru ilerledi.

"Kürşat," dedim arkasından gideken.

"Bir şey yok Caner, geleceğim birazdan." salonun kapısını açıp göz ucuyla bana baktı, "Bekle burada."

O kapıdan çıkıp giderken öylece olduğum yerde kaldım. Babamın ve Zeynep'in endişeli bakışlarını sonradan fark ettim.

Kalbim sıkışıyordu.

***

Finale az kaldı, gibi...

Sizce erken mi?


MEMLEKETSİZ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin