12- KİTAP

56.2K 5K 3.8K
                                    

Bölüm şarkısı: Gazapizm- Memleketsiz

Anneler her zaman en doğrusunu bilirdi, söyledikleri hiçbir şey boş öğütler değildi. Bunu bugün daha iyi anlamıştım.

Kardeşlerimi hasta olmasınlar diye çağır dediğinde, onlar soğuğa alışık diyerek ben de onlarla akşama kadar oynamıştım ve sonuç olarak hasta olmuştum.

Üzerimde öyle bir kırgınlık vardı ki, tüm eklemlerim ağrıyordu. Buna rağmen gelip işte çalışmıştım. Anneme de bunu belli etmeden eve gidip kendimi yarına kadar iyi etmeyi düşünüyordum. Sadece eklemlerim ağrıyordu, grip başka belirtisini göstermezdi bana ama bu da tüm günümü mahvediyordu.

"İyi akşamlar." dedim patrona kapıdan çıkmadan önce, aynı şekilde cevap verince elimi montumun cebine koyup sandalyelerini ve kapının önünde ki kitapları toplayan esnafların arasından geçip yürümeye başladım.

Geçen hafta geçtiğim kitapçının kitapları topladığını görünce gözüme yine Mahir Çayan'ın kitabı takıldı. Elimi cebimden hiç çıkarmadan paramı yokladım, kitapçının önünde durduğum için elinde iki tane kitabı tutan amca bakışlarını bana çevirdi. İlk başta beni baştan aşağı süzdü, tatlı bir adama benziyordu.

"Kitap mı bakacaksın oğlum?" diye sorduğunda gülümsemeye çalışarak kafamı salladım.

"Evet..." dedim, bakışları kenarda duran Mahir Çayan kitabına kaydı.

"Akşamları kapatmadan önce kitaplarda indirim yapıyorum, yarı fiyatı oluyor. Haberin olsun."

Gülümsedim, belki yalandı belki de doğruydu bilmiyordum ama adamın bana karşı tavrı beni mutlu etmişti.

Kitaba yaklaşıp elime aldım ve ardından cebimde ki parayı çıkardım. Yarı fiyatı parayı, adam parayı aldığında gülümseyerek ona baktım.

"Teşekkür ederim." diye mırıldandım. "İyi akşamlar."

"İyi akşamlar evladım." dediğinde kafamla selam verip arkamı döndüm.

Kitabı sıkı sıkı tutup minibüse ilerledim, hemen eve gidip yorgunluğuma aldırmadan bu kitabı okumak istiyordum.

Minibüse bindiğimde birkaç sayfa okudum ama kalabalık ve gürültülüden pek bir şey anlamamıştım. Bir minibüse daha bindiğimde yer olmadığı için kendim bile ayakta zor durmuştum hatta. İstanbul, aşırı yorucu ve kalabalık bir şehirdi.

Mahallenin girişine geldiğimde karanlık çökmüştü, bizimkiler yemek yemek için beni bekliyor olmalılardı. Anneme ne kadar beni beklemeyin siz yiyin desem de dinlemiyordu. Ben olmasam boğazından bir lokma yemek geçmiyordu.

Adımlarımı hızlandırıp kahvehanenin olduğu sokağa girdiğimde aynı anda kahvehanenin kenarından çıkıp ters yönde gelen Kürşat'ı gördüm. Sigara içiyordu ve yavaşça yürüyordu. Bu sefer tek başınaydı.

Bakışlarımız buluştuğunda her zaman olduğu gibi karşısında dünyanın en iğrenç görüntüsü varmış gibi bakmaya başlamıştı.

Gözlerimi çevirdim ve başım dik bir vaziyette yürümeye devam ettim. O kadar hastaydım ki onun kötü bakışlarına karşılık verecek gücü bulamıyordum.

Yanından geçip gidecekken birkaç saniye gözlerim ona değdi, o elimde tuttuğum kitaba kaşları çatık bir şekilde bakıyordu. Zaten yanından geçtiğim anda adımlarını durdurmuştu.

"Bana bak lan," bana seslendiğinde gözlerimi kapattım. Yine ne istiyordu?

Bıkkın bir vaziyette arkamı döndüğümde o gözlerimin içine bakarak sigarasından bir duman çekip parmağının ucu ile yanan sigarayı kenara fırlattı ve ağzında ki dumanı havaya üflerken iki adımda yanıma geldi.

"O elinde ki ne?" diye hesap sorar gibi kaşlarını kaldırdı sert bir ifadeyle.

"Kitaptır, ama sen pek tanımazsın." alayla konuştuğumda daha fazla sinirlendi.

"Bu mahalleye komünist kitapları ile giremezsin." dedi bir adım daha yaklaşıp. Bu sefer tam dibime girmişti.

"Sana ne lan?" diye sordum, okuduğum kitaba bile karışma hakkını kendinde buluyordu.

"Burası," dedi bastırarak, ardından gözlerimin içine bakarak kitabı elimden çekti, engel olmama bile izin vermedi. "Ülkücü bir mahalle," kitabın kapağı ve iki sayfasını tutup bir anda yırttı. "Burada teröristlere, komünistlere yer yok."

Kitabı yırtılan kapak ve sayfaları ile kenara fırlattığında bakışlarım yerde parçalanmış olan kitaba kaydı. Olmuyordu işte, güçlü duramıyordum. Kitabı öyle gördüğüm anda burnumun direği sızlamıştı.

"Anladın mı?" sertçe sorduğunda ben hâlâ kitaba bakıyordum. Gözlerimin dolmasına engel olamadım, küçük bir şey anında duvarlarımı yıkmıştı.

"Niye yapıyorsun?" sesim titremişti, bakışlarımı ona çevirdim. Dolu gözlerime baktığında hiçbir ifade yoktu. "Ne istiyorsun oğlum bizden?"

"Ne istiyorum biliyor musun? Bu mahalleden siktirip gitmenizi," dedi yeniden bastırarak. "Ha eğer sülük gibi buraya yapışıp, sizin gibi pis insanları kimsenin kabul etmeyeceğini bildiğiniz için burada kalacaksınızda bizim kurallarımıza göre yaşamanızı."

Gözyaşımın düşmemesi için derin bir nefes aldım ve dudaklarımı yaladım. Konuşmak için ağzımı araladım ama konuştuğum anda ağlayacağımı biliyordum. Sustum.

"Sığıntı gibi yaşadığınız bu ülkede eğer ihanet ederseniz, daha fazlasını dilerseniz basınızı koyacağınız bir eviniz, yurdunuz, memleketiniz bile kalmaz. Burası bir Türk devleti, ve siz de burada mültecisiniz." işaret parmağını kaldırıp tehdit eder gibi hafifçe bana doğru tutuyordu.

"Fazlasını beklemeyin, kimsenin asabını bozmayın. Bizim kurallarımıza göre yaşıyorsanız, siktirip kulübenizde sığıntı gibi yaşayın."

"Burası," dedim, sesim titrediği için yüzümü buruşturup burnumu çektim ve sertçe gözlerine baktım. "Bizim de vatanımız."

"İhanet eden orospu çocuklarının vatanı olmaz. Yaşadığı ülkenin askerlerini, bebelerini öldürüp dağda pusu kuranların nefes almaya hakkı bile olmaz." tükürür gibi konuştu. Gittikçe sinirleniyordu.

"Şimdi siktir git kulübüne, sana verdiğimiz sığınma hakkını kullan. Bir daha da böyle kitapları bu mahalleye soktuğunu görmeyeceğim."

Gözlerimin içine birkaç saniye baktı, ardından kafasını yana çevirip gözlerini benden ayırmadan kitabın hemen yanına tükürdü.

Arkasını dönene kadar bana baktı, ardından kafasını iki yana sallayıp tesbihini sıkarak büyük adımlarla yoluna devam etti.

O gittiği anda göz pınarlarımda biriken yaşlar teker teker yanaklarıma damladı. Kırgın vücudum, daha fazla hasar görmüş gibiydi.

Dişlerimi sıkarak eğildim ve yerde ki kitapları ağlamamak için kendimi şartlayarak topladım. Vücudum titriyordu, haykırmak istiyordum ama yapamıyordum.

Ayağa kalktım, sıkılı dişlerim ile eve yürümeye devam ettim. Kafamı bir saniye bile olsun eğmemeye çalışıyordum.

Sanki güçsüzlüğümü böyle gizliyordum.

***

Ben bu Kürşat'ı sikerim ha...

Bu arada bu cümlelerin benzerini bana söyleyen, yıllar önce tartıştığım Ülkücü Tunahan, senin ben götünü sikeyim... Yine sinirlendim....

MEMLEKETSİZ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin