🕊️16🕊️

84 7 62
                                    

Yayımlama tarihi:
19 Ekim 2021
16.27

Bu bölüm acıyı soluyanlara ithafımdır....

Kolumdan tuttu. Beni yerden kaldırdı ve peşinden sürükleyerek bahçe kapısından çıktı. O kadar hızlı yürüyordu ki ona yetişmekte zorlanıyordum. Kolumu çekiştirip durduğundan kolum yerinden çıkacak gibiydi. Çaresizce peşinden gidiyordum.

Beni nereye götürdüğünü sordum ağlayarak. Cevap vermedi.  Başımdaki örtü açılmış omuzlarıma düşmüştü. Düşecek gibi oldu. Hemen boştaki diğer elimle  kavrayıp hırkamın cebine koydum. Annemindi. Düşüp kaybolmasına izin veremezdim. Evin arkasından dolanarak köyün aşağısına yöneldi. Ben de arkasından. Hemen ilerde ahır görünüyordu. Beni oraya götürüp orada cezamı kesecekti anlaşılan. 

Hafif esen rüzgâr  yüzümde dolaşıyor, yanaklarımdaki ıslaklığı avuçlayarak yüzümü üşütüyordu. Halamı göz ucuyla süzdüm. Öfkeyle alıp verdiği nefeslerle burun delikleri genişleyip daralıyordu. Attığı adımlarla toprağı döver gibiydi. Arada söyleniyordu.

“ Başımın belası işte. Ah o gün!.. O gün sen de ölseydin ya! Yaşamana niye izin verdim ki? Al işte! Başıma bela aldım sadece. Merhamet edecek ne vardı Pakize? Atsaydın kapı önüne. Ya da verseydin bir yetimhaneye. Neymiş efendim, kardeşimin kızı. Sokağa atılır mı? Ya hu anasından ne hayır gördük kızından görelim. Ah akılsız Pakize! Vah bahtsız Pakize!”  Duruyor, bir müddet sonra yeniden aynı şeyleri sıralıyordu. Kelimelerin her biri yüreğimi öylesine acıtıyordu ki... Sadece ağlıyordum.

Bu hayatta en zor şey belki de hep yük olmaktı. Yük olduğunu hissetmekti. Ben de bir yüktüm işte. Bir ağırlıktım. Ah! Annem yanımda olsaydı, böyle olur muydu? O asla beni yük olarak görmezdi. Aksine ona bir armağan gibiymişim davranırdı. Hangi anne evladını armağan olarak görmezdi ki? Hangi anne evladını yük olarak kabul ederdi ki? Hangi anne evladının üzerine titremezdi ki? Benim annem de işte hep üzerime titrer, elime bir diken batsa canı yanardı.

“Bu engebeli ve her tarafı dikenlerle dolu hayatta tutunduğum ümidim!” derdi bazen. Bazen de “Bana hayat veren şifalı suyum!” Bazen  “Sancılı yaşamımı süsleyen ve kokusuyla mest eden eşsiz çiçeğim!” derdi.  “Ruhumu sarıp serinleten ılık rüzgârım!” demişti bir keresinde. Ama en çok “Gözümün gönlümün şen şarkılarla sokaklarında gezindiği cennetim!” ve  “Yüzüme her dem misafir olan sıcacık tebessümüm!” derdi. Onun her şeyiydim. Biricik kızıydım. Şefkatle saçlarımı okşar, birer buse kondururdu yanaklarıma her zaman. Hem de kokumu içine çekerek. İşte o anlarda “Cennet kokulum!” diyerek bir fısıltı yıllardı kulağıma. Duyduğum fısıltı beni gülümsetir, mutlu ederdi.  

Bu hayatta bir ona yük olmadım. Bir o varlığıma hep sevindi. Bir onun yüzünden eksik olmayan tebessüm olmuştum. Bir o içten iyi ki varsın demişti. İyi ki hayatımdasın diye fısıldamıştı. Bir de... Evet bir de Ney Dede vardı. Bir’i daha vardı. Herkesten daha çok bana değer veren, daha çok beni seven, daha çok üzerime titreyen... Lakin henüz O’nu tam olarak tanımıyordum. Henüz O’nun farkında değildim.  Ama çok zaman sonra onu bulacaktım. İyi ki de bulacaktım O’nu. Yoksa hayatım nasıl anlam kazanacaktı. Nasıl tatlanacak, güzelleşecekti? Oraya  geleceğim. Fakat şimdi değil. Çok sonra anlatacağım size.

  Bir kez daha özlem kıyısında bulmuştum kendimi. Bir kez daha yalçın dalgalar acıta acıta kalbimi dövüyordu işte. Gözyaşlarım bu defa özlemin naraları ile usulca yanaklarımdan süzülüyor ve teker teker yere düşüyorlardı. Kimisini rüzgâr kucaklıyor, yere düşmeden tutup kendisiyle uzaklara götürüyordu. Gözyaşlarımı silmek ister gibi bir hâli vardı. Ah anneciğim! Şimdi yanımda olsaydın. Beni çekip kurtarsaydın bu hoyrat ellerden. Silseydin gözyaşlarımı narin ellerinle...

HASNA (Devam Ediyor)Where stories live. Discover now