🕊️15🕊️

92 9 32
                                    

Yayınlanma tarihi:
28 Eylül 2021
17.00

_________________________________

Ziyaretlerim kısa sürerdi. Ama o kısacık anlara o kadar çok şey sığardı ki. Her zaman dizinin dibinde, ondan ders alıyormuşum gibi hissederdim. Çok şey öğrenirdim o kısacık anlarda ondan. Bazen hiç bir şey konuşmazdık. O, ney çalardı ben de dinlerdim. Ney Dede küçük kulübesinin bulunduğu çok da büyük olmayan bahçesinde çok güzel bir alan oluşturmuştu. Bu alana tahtalardan bir çardak kurmuştu. Eskiden marangozda çıraklık yapmış. Epey deneyim kazanmış. Öyle anlatmıştı. Çardağın etrafını ise çiçeklerle donatmıştı özenle. Köyde kimsenin bahçesinde bu kadar çiçek bulunmazdı. Hele ki güller. Sarı, mor, pembe, beyaz... En çok da kırmızı güller vardı bahçesinde. Neyin eşsiz iniltisine bırakırdık kendimizi o bahçede. Ney efsunlu sesiyle, güllerin kokusunu da kanatlarına alarak bizi çepeçevre sarıp mest ederdi.

Evinde onu bulamadığım zamanlar oluyordu. Çardakta oturup onu beklerdim. Ya da çiçeklerin yanına oturur onları koklar severdim Ney Dede gelene kadar. Bazen de sulardım. Etraflarında bitmiş olan yabancı otları temizlerdim. Çiçekleri çok severdim. Onlarla ilgilenmek huzur veriyordu bana. Bir gün evim olursa ben de Ney Dede gibi çiçeklerle donatacağım, diye hayaller kurardım.

Bir keresinde Ney Dede’ye ellerimle yaptığım böreklerden birkaç parça götürmüştüm. Çok beğenmişti. Ah, Ney Dedem! Elimden gelseydi de her daim yapsaydım ona. Bir gün, evet bir gün halamın esaretinden kurtulursam Ney Dede için yemekler pişirip evini temizleyeceğim, ona bakacağım derdim bazen. Ney Dede yalnız başına yaşıyordu. Hiç evlenmemişti. Çoluk çocuğu hatta kimsesi yoktu yanında. Neden hiç evlenmediğini merak ederdim. Soracak oldum bir gün. Sonra vazgeçtim. Çekindim. Belki de eski yaralarını deşmekten korktum. Çünkü hep hüzün vardı sıcacık bakan gözlerinin arkasında. Bunu görebiliyordum. Onu yaralayan onu hüzne gark eden bir şey vardı. Belliydi. Ama hiç bir zaman soramadım bunu ona. Çok zorluklar çekerek bugüne gelmiş olmalıydı. Öyle ya önce babasız kalmıştı. Sonra da annesiz. Tıpkı benim gibi... Sahi o benim gibi yalnız başına kalmamıştı. Kız kardeşi vardı. Acaba ne olmuştu ona? Burada yanında olmadığına göre belki de o da ölmüştü sonra. Bilmiyorum. Hiç bir zaman cesaret edip de soramadım. Dediğim gibi eski yaralarını deşmekten korktum.

Uzun zamandır gitmemiştim onun ziyaretine. Bu defa gidersem sormak niyetindeydim. Hayat hikayesinin başını anlatmıştı. Ama devamını bilmiyordum.  Evet! Evet! İsteyecektim. Hem dertleşecek içimi de dökecektim bu defa. Üzülür diye pek anlatmazdım sıkıntılarımı. Ama o hissederdi sanki. Kur’an derslerine de, okula gidemiyor olmama da  halamın izin vermediğini bildiğinden emindim. O da biliyordu nasıl istekli olduğumu. Bir keresinde:

“Hasnacan! Sen zaten okumayı sökmüştün. Evde okumalarına devam edersen bırakmazsan ilerletirsin okumanı. Emin ol.” demiş beni yüreklendirmişti. Babamın Mushaf’ı bendeydi zaten. Dedemin evinden anneme ve babama ait birkaç parça şey almıştım. Onları alırken babamın duvarda hep asılı duran Mushaf’ını da almıştım. Özenle bana ayrılan odanın duvarına asmıştım. Oda dediysem öyle bildiğiniz odalardan değil. Çok farklı bir oda. Evde fazlalık ne varsa bir köşesine yığılmış odalardan. Eski bir çekyatın da olduğu bu daracık, yığınla ıvır zıvır şeyin doldurulduğu odada kalırdım. Sonuçta ben de onlar gibi bu evde fazlalıktım. Bu odadaki her bir eşya  benim kader ortaklarımdan biriydi. Yalnız hissetmezdim bu yüzden kendimi.

Şu birkaç gündür hiç bir yere sığamıyordum. Şermin’in bitmek bilmeyen eziyetleri karşısında yorulmuş tükenmiştim. Ney Dede geldi aklıma. Onu görmek, onunla konuşmak iyi gelecekti. Bir fırsatını bulup onu ziyarete gitmeliydim. Ama nasıl ve ne zaman?

HASNA (Devam Ediyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin