3- TEHDİT

52.3K 4.5K 2.4K
                                    

Fabrikadan çıktığım gibi caddenin başında duran simitçiden bir tane simit almıştım, öğlen yemeğini yiyordum ama sadece bir öğün yemekle akşama kadar durmam aşırı derecede zor oluyordu.

"İyi akşamlar." yanımdan geçen tesettürlü teyze bana selam verdiğinde gülümsedim. Fabrikada ki sürekli çalışan bir kadındı bu.

"İyi akşamlar." diye mırıldandım. Mutlu olmuştum.

Simitten son kalan parçayı da ağzıma atıp su şişesini açtım ve kafama diktim. Hava soğuk olmasına rağmen buz gibi su içiyordum, hatta sıcak su içemezdim.

Türk bayraklı balkonu biraz ilerleyip kahvehanenin önünden geçtim, o sırada bizim kapının önünde oynayan çocuklar dikkatimi çekti. Daha doğrusu orada ki kargaşa.

Kardeşlerimin hepsi dışarıdaydı, ellerinde tahtadan yaptıkları oyuncakları vardı muhtemelen köyde oynadıkları 'savaşcılık' oyununu oynuyorlardı.

Tanımadığım bir çocuk en küçük kardeşimi itip yere düşürdüğünde kaşlarım çatıldı ve hızlı adımlarla yanlarına ilerledim. En büyük kardeşim ise çoktan diğerinin boğazına yapışmıştı.

"Berzan!" diye bağırdım büyük kardeşime, bakışları bana döndü. Saniyeler içinde yanlarına varmıştım bile. "Bırak boğazını, ne oluyor?"

"Bu da Kürtçe konuşuyor ya," küçücük çocuğun bana söylediği şeyle kaşlarımı çattım. Berzan elini boğazından çekmişti ama boynu kıpkırmızı olmuştu.

"Sorun ne, neden kavga ediyorsunuz?" diye sordum bu sefer onun anlayacağı dilden konuşarak. Türkçe konuşmama ufak bir şaşırdı ama ardından kaşlarını çattı.

"Onlara burada oynayamazsınız diyoruz, çingene gibi konuşuyorlar bir şey anlamıyoruz." dedi, çingene gibi konuşmak derken Kürtçe'den bahsettiğini anlamıştım.

On yaşlarında ki çocuğu kısaca süzdüm, ne desem anlamayacaktı.

"Burası kapılarının önü, onlar size bulaşmasın. Siz de onlara." dedim sert çıkan sesimle. Gözüm yere düşen Zeynel'e kaydığında elimde olmadan karşımda ki çocuğa sinirleniyordum.

"Burası bizim mahallemiz!" inatla konuştuğunda tam ağzımı açacaktım ki bir ses sözümü kesti.

"Savaş!" arkamdan gelen bağırış ile omzumun üstünden geriye baktım. Kürşat elinde tesbihi, yanında her zaman gezen yaveri ile bizim tarafa doğru geliyorlardı. Kaşları çatık, büyük adımlar atıyordu.

"Abi," dedi çocuk yanımdan geçip onun yanına giderken. Kürşat yanına gelen çocuğun ilk boynuna baktı, daha sonra da çatık kaşları ile bana döndü.

"Hayırdır lan?" sert sesiyle konuşunca vücudumu tamamen ona çevirdim.

"Kardeşin, kardeşlerime bulaşmış." diye açıkladım. Ama normal bir açıklama değildi, üstten üstten konuşuyordum.

"Kardeşin mi yaptı o kızarıklığı?" şimdi daha fazla sinirlenmişti, gözleri yanımda duran kardeşime kaydı ve ona öldürecek gibi baktı.

"Bir daha elini sürersen senin o elini kırarım." dedi işaret parmağını kaldırıp tehdit eder gibi konuşurken.

"Adam gibi konuş lan." Berzan'ı arkama alıp bir elimi koluna koydum. Bu sefer Kürşat'ın bakışları bana dönmüştü.

"Senin gibi memleketsiz bir köpekten mi öğreneceğim lan ben adamlığı?" konu şimdi kardeşlerin mevzusundan çıkmıştı.

"Gerekirse öğretirim." ona bir adım ararken. Sadece üç gün dayanmıştım, sabrım bu kadardı.

"Düzgün konuş sikmeyeyim belanı." o da bir adım attığında dip dibeydik şimdi. Herhangi ters bir hareketimde muhtemelen burada kan çıkardı.

"Düzgün konuşmamı istiyorsan, konuşurum." kaşlarımı kaldırarak, kendi dilimden cevap verince daha fazla sinirlendi. Birden yakamdan tutunca irkildim.

"Burada, o siktiğimin Kürtçesini konuşmayacaksınız anladınız mı? Yoksa bir gün cehennem ateşinde uyanırsınız."

Elimi koluna atıp tutuşundan kurtuldum, o dişlerini sıkarak bana bakıyordu. Mahalleden birkaç kişi durumu anlayınca yanımıza gelip onu sakinleştirmeye çalışmıştı bile.

Kürşat onlara aldırmadan benim gözlerimin içine sertçe baktı ve arkasını döndü. Elini kardeşinin sırtına koydu ve onunla beraber kahvehaneye doğru ilerledi. Her adım attığında yer titriyordu sanki.

Arkasından yaptığı tehditin içimde yarattığı korku ve endişe ile bakıyordum.

MEMLEKETSİZ Where stories live. Discover now