Bölüm 7.2

137 22 54
                                    

Ertesi gün Gwen için oldukça sakin başlasa da gün ilerledikçe kendini oradan oraya koşuştururken bulması kaçınılmaz olmuştu. Ayak tabanlarında atan sancıyı görmezden gelmek bir işe yaramıyordu. Tüm bu yorgunluğuna karşın yıkanması gereken çamaşırlar, hazırlanması gereken yemekler ve banyo için yardım etmesi gereken bir saray leydisi vardı. Turnuva zamanlarında çok belli etmese de içten içe nefret ederdi; sarayda dolaşan bir dolu şövalye tedirginliğin midesinde bir solucan gibi hareket etmesine sebep olurdu. Orada buradan duyduğu tatsız hikayeler kafasında dönüp durur, felaket alametleriyle gününü zehir ederdi. Hem kadın hem de sarayda bir hizmetkârdı ve bu kimlikler hayatını olabildiğince zorlaştırabilecek iki basit etiketti. Asla söküp atamayacağı bir pranga belki de.

Dışarıdan bakıldığında zayıf, esmer ve olağan bir kadın hizmetkardı aslında. Her daim yorgun çehresinde zaman zaman beliren hafif bir gülümsemeyle; sarayda dolanan tüm hizmetkarlarda, aşçılarda ve uşaklarda görülebilecek bir edaya sahipti. Bu eda, onları ortak diliydi sanki. Aynı kaderi paylaşmanın verdiği ortak bir bilinç olurdu bakışlarında.

"Leydim, bugün mavi elbiseyi mi yoksa yeşil elbiseyi mi giymek istersiniz?"

Leydi Morgana hizmetkarına dönüp cılız bir şekilde gülümsedi ve paravanına doğru ilerlemeye başlayıp mırıldandı.

"Yeşil."

Gwen leydisini giydirirken günün onun için de henüz aydınlanmamış olduğunu fark etti. Boğazını temizleyip onunla sohbet etmeye çalıştı.

"Bugün için heyecanlı mısınız, Leydim?" Morgana nazik bir hareketle kuşağını onun elinden alıp beline bağlamaya uğraşırken omuzlarını silkti.

"Sör Valiant dışında kimse dikkatimi çekmiyor açıkçası."

"Prens Arthur da gayet iyi gidiyor aslında." Dedi Gwen göz ucuyla ona bakarken. Morgana bakışlarını orada burada dolaştırdı.

"Evet, belki." Diye mırıldandı ve aynanın karşısına geçip oturdu. Parmaklarını kuzguni siyah saçlarından geçirirken düşünceli gibiydi. Gwen leydinin kafasında nelerin dolaştığını anlayamamıştı ama çok üstelemedi. Ortamın düşük enerjisinden nasibini almıştı. Taktığı maskeyi çıkarıp sessizliğinin içine gömüldü.

Saray mutfağına gitmek üzere avluya indiğinde kalabalığın uğultusu daha şimdiden başında bir ağrıya dönüşmüştü. Calanthe ve Merlin ile karşılaştığında gülümseyip onlara selam verdi. Merlin onu gördüğüne sevinmiş gibiydi.

"Cehennem gibi bir sabahtan sana da merhaba Gwen."

Genç kız sonunda dertlerinden şikâyet edebileceği ve asillerin dedikodusunu yapabileceği birileriyle yan yana olduğu için çok mutluydu.

"Ah, bir de bana sor. Artık bitse şu turnuva da rahat etsek."

Calanthe heyecanla lafa atladı.

"Sence kim kazanacak?"

Gwen gözlerini devirdi.

"Tabii ki.." Şöyle bir etrafına bakıp fısıldadı. "Prens Arthur. Her zaman olduğu gibi. Ama Valiant oldukça dişli bir rakip, aynı zamanda."

Merlin tuhaf bir ifadeyle kaşlarını hafifçe çattı ve bakışlarını yere indirdi. Calanthe alt dudağını dişleyip tedirgin bir ifadeyle Gwen'e baktı. Yavaşça dudaklarını araladı ve,

"Aslında o şövalye biraz...ürkütücü sayılır." Diye mırıldandı.

"Nasıl yani?"

Calanthe cevap vermeden önce Merlin'e baktı ama sonra Gwen'e döndü.

Broken Crown #merlinfanfictionDove le storie prendono vita. Scoprilo ora