Yüzündeki korkuyla etrafa bakınan  çocuğa baktı. "Tedirgin olma. Seninle bir derdim yok"

Sonra kendi etrafında oflayarak döndü. Ruhunu örseleyen öfkesi yenilmeyen bir düşman gibi hep aynı noktada duruyor ve saldırmayı bekliyordu. O anın geri dönülmez ve korkunç sonuçlanmaması için kontrolü ele geçirmeliydi.

Büyük ve derin alınan oksijenin ciğerleri ile buluşması sonrası tekrar Alexis'e baktı..

"Benden ve ailemden uzak duracaksınız" Havadaki kaşları ve sıktığı dişleri ile ekledi "Bak! Sen beni çok iyi tanırsın. Ben bu kadar sakin ve sabırlı bir adam değilim. Beni, zar zor sığdığım bu anlayışlı adam kabuğunun içinden çıkarmayın. Biraz şerefiniz olsun. Doğup, doyduğunuz, sığınıp, yaşadığınız  topraklara ihanet edecek kadar alçalmayın. Az insan olun" Karşısındaki duvarda 'hayata sadece aksesuar olmak için gelmiş gibi hiç acımadan yaşam hakkı elinden alınmış ayı postuna değdi bakışları..

Burnundan soluyup eli ile işaret etti "Şu canım hayvan kadar olamıyorsunuz. En azından o, ekosistem de bir denge kurucu, bir misyon sahibiydi. Peki siz?! Sizin boşa nefes almaktan, her şeye eziyet etmekten, insanın başına bela olan bir asalak gibi yaşamaktan başka bir amacınız var mı?"

"Ağır konuşuyorsun Yusu"

"Sa kın! Adımı da ağzına alma"

Yusuf'un öfkesi sadece olan bitene değildi. Çok sevilmiş, güvenilmiş ve nihayetinde yitirilmiş bir can dostunun yüreğinde bıraktığı acının esamesi de mevzu bahisti.

Orada daha fazla vakit kaybetmeden çıkması onun hayrına olacakken öfkesini kusma fırsatını hiç etmemek adına sadece o ana odaklanmak gibi bir hata yapıyordu Yusuf.

O sıralar Gülnihal ise kendi düşünceleri ile derin bir hasbihaldeydi. Tıpkı o sabah olduğu gibi, son zamanlarda Yusuf'u görmeden güne başladığı sabahlar giderek artmaya başlamıştı ve bu durumu hiç sevmiyordu. Aralarında bir çatlak varmış ve o çatlak giderek büyüyormuş gibi hissediyordu.

Ayrıca sanki sakladığı bir şeyler de vardı. Çünkü Gülnihal bu hissiyatı çok eskiden ve iyi tanırdı. O an onu düşünürken Rabbinden Yusuf için güzel olanı istemekten başka elinden gelen bir şey de yoktu zaten.

"Rabbim içini daraltan herşeyden kurtar onu. Ruhunu sıkan türlü şeyden arındır. Ve benden uzak eğleyen ne varsa, ondan kaçması için ayağında ki bağı, bana anlatmadıkları içinde büyümesin diye dilinde ki bağı çöz" Amin dedi.

Bir yandan da kendini teskin etti. "Hemen hüzne kapılma. Sonuçta o da hayatta, sen de. Yaşam varsa umut da vardır. Netice de bütün taşlı yollar elbet suya çıkar"

Dilruba kurstan çıkarken düşürdüğü kitabını almak için eğildi, aldı ve doğruldu.. Zemine değen kapak toz olduğu için bez çantasını koluna takıp eliyle kitabın tozlu yüzünü bir kaç hareketle sildi.. Ve yürümeye devam etti. Uğraması gereken bir kaç yer vardı. Önce kumaşçıya gitti. Üç renk kumaş seçti. Siyah, pembe ve kırmızı..

Siyahı annesi ve kendisi için seçmişti. Pembe pek tabi Gülnihal, kırmızı ise gözünü dünyaya açacağı günü, bitmez bir tazelikte duran heyecan ile bekledikleri bebek içindi. Sonra onlar için gereken ipleri de alıp çıktı oradan da.

Bir süre yürüdü öylece. Hiç bir şey düşünmeden sadece yürümenin onun için hep iyi gelen bir yanı olmuştu...

Yolu hep çiçekli bahçelerden geçiyormuş gibi..

Meydanı geçtikten sonra ilk ara sokaktan girdi. İstikamet belliydi.. Yaklaşık 20 dakika sonra baharat dükkanının aralık kapısını yavaşça itip başını içeri uzattı.. Kimse gözükmüyordu ama burnuna öyle güzel bir koku çalındı ki gülümsedi ve içine çekti.. Ardından oraya neden geldiğini hatırladı.

Güz Sancısı (Beyzadeler Konağı)Where stories live. Discover now