15 / HAMLE

1K 147 282
                                    













HAMLE





  Gücümün tükendiği anlar vardı. Mücadele etmekten yorulduğum, hapsolduğum karanlıktan korktuğum ve en önemlisi de kendime olan inancımı kaybettiğim anlar...

  Hayatımı sağlam adımlar atarak yaşadığım pek söylenemezdi. Tökezlemediğim tek bir an bile yoktu. Hep bi’ düşmenin eşiğinde yaşardım hayatı. Ya da her zaman yıkılmaya bir darbe kadar yakın...

  Kusurlarım vardı. Hem de çok fazla. Kırılgandım ve de alıngan. Kindardım da aynı zamanda. Bana yapılanı unutmuyor, unutamıyordum. Ama diğer yandan falzasıyla riyakardım da. Sevdiklerimi kayırıyor sevmediklerimi kalbimin soğuk köşelerine itekleyiveriyordum elimin tersiyle. Anılarımın işime geldiği kadarını hatırımda tutuyordum her zaman.

  Hiç çekinmeden yalanlar söylerdim. Özellikle de kendime. İnsan kendine yalan söylemeyi alışkanlık haline getirdiğinde bunu çevresindekilere de yapmakta fazla sakınca görmüyordu. Yalan söylemeye alışmak bir bataklığa saplanmaktan farksızdı. Söylediğiniz her yalanda daha da derine saplanırdınız. An be an  o bataklığa gömüldüğümü bilsem de tercihimi hep yalanlardan yana kullanmıştım.

  Çünkü benim gerçeklerim, üstesinden gelemeyeceğim kadar ağırdı. Bu yüzden yalanların gölgesinde yaşıyordum hep. Bu da beni korkak bir insan yapıyordu.

  Hayatımda hiç simsiyah kanatları olan bir gece kelebeği görmemiştim. Hayatımda hiç bir kelebekle yalnızlığımı da paylaşmamıştım.

  Kelebekleri severdim. Ama eskiden... Annemin envai çeşit çiçeklerine bakım yaptığı zamanlarda... Çiçeklerinin üstünde, çiçeklerin dallarına uzanan elinin etrafında ya da başının üstünde uçuşan kelebekleri... Evet, o zamanlar severdim.

  Ama bazen bir kelebeğe gerekenden fazla yakın bir mesafeden bakar ve iki anten, iki kol, iki bacak ve bir böcek gövdesi görürdünüz. Ortada bir çiçek, o çiçeğe uzanan bir el ya da rüzgarda uçuşan uzun saçlar olmadığındaysa o kanatların güzelliğini o yakın mesafeden göremezdi gözleriniz.

  Çoğu şey uzaktan göründüğü kadar güzel olmazdı zaten.

  Yakınlık, kusurları ortaya çıkarırdı.

  Bir kelebeğe benzediğimi söylerken haklı olabilirdi. Ama yirmi dört saatlik bir ömür mü düşmüştü benim de payıma yoksa daha mı fazlası, bunu bilmiyordum. Bildiğim tek bir şey vardı: yirmi dört saatlik ömrü olan kelebeklerin hep uçuşu görünürdü pencere önlerinden ama hiç ölüleri bulunmazdı pencere pervazlarında.

  İçinde korkunun, endişenin, tedirginliğin ve acının hapsolduğu gözlerine bakarken sıcacık gülümsedim.

  Bir kelebeğin ömrü kadar az bile olsa ömrüm bu kısa zamanı onun için harcayacağım muhakkaktı. Bundan ötesi yoktu, olamazdı.

  Hep tökezleyen biri olmam sorun değildi. Düşmelere alışkın olduğum gibi kalkmalara da alışkındım ben. Bileğimin burkulmasına, avuç içlerimin yüzülmesine ve dizlerimin parçalanmasına aldırmazdım.

K U M P A S | TAMAMLANDIWhere stories live. Discover now