5 YIL SONRA
Hatalarım varsa kusur bakmayın, keyifli okumalar dilerim.
Bazen insanlar yaşamayı değil ölmeyi ister, hayata onları bağlayan yaşama sevinçleri ellerinden alınınca küçük bir çocuğun elinden en sevdiği dondurmayı alındığında yaşadığı hayal kırıklığı gibiydi. Bir anda kara gül gibi soluyordun, insanın hayatı elinden alınınca yaşamayı değil ölmeyi istiyordu. Çaresizlik bunu tetikleyen en büyük etmendi belki de, kocaman dünyada tek başınasın insanlar sana acıyarak bakıyordu kendi seçmediğin bu hayata mahkum kaldığın için.
Gözlerimi açmak istiyordum lakin kirpiklerimi tutkalla birbirine yapıştırılmış gibi ayrılmıyorlardı birbirlerinden. Bedenim enkaz altında kalmış gibi ağırlaşmış parmağımı bile kıpırdatmaya aciz hissediyordum kendimi, öylesine yorgun öylesine bitik.
Boğazımda oluşan kuruluğu ve ağzımın içerisinin her tarafa yayılan acı tadı yok etmek için art arda yutkunmak istedim lakin bunu bile başaramadım, boğazıma yapışan dikenli teller bana mani olmuştu, her yutkunmaya çalıştığımda dikenli tel boğazıma batarak boğazımı kanatıyordu.
Elimin üzerinde hissettiğim dokunuşla içimi korku sardı ama ben hareket edemedim. Yanımda bir beden vardı, sıcak nefesini elimin üzerinde hissedebiliyordum ama ben elimi o elden çekemiyordum, bedenimde o gücü bulamıyordum.
"Uyanman gerekiyor Piccino mio." Kulaklarıma dolan erkek sesi bana hiçte tanıdık gelmiyordu, içimi saran korku beni yavaş yavaş ele geçiriyordu.
"Sence de yeterince uyumadın mı.?" Usulca kaşlarımı çatıp kulaklarımda yankılanan sesin sahibini dinlemeye devam ettim sessizce. Elinin içerisine hapis ettiği elimi sıkıca tutuğunda elimi elinin içerisinden çekip koparmak istedim.
"Beş yıl Piccino mio, tam beş yıldır okyanus rengi gözlerini göremiyorum, sence de çok uzun bir süre değil mi bu süre.?" Nefes alış verişlerim hızlanıyordu benden bağımsız bir şekilde. Bedenim darağacına bağlanmış sallandığını hissettim o an. Ben beş yıldır uyuyor muydum? Bu adam kimdi? Neden elimi tutuyordu? Neden tüm kemiklerim kırılmış gibi hissediyordum? En önemlisi de neden beynimin içi boş bir kuyu gibiydi?
Elimdeki sıcak dokunuşun yavaşça son bulduğunda bulunduğum yerde derin bir iç çekme sesi ilişti kulaklarıma ardından etrafta yankılanan ayak sesleri ve kapı kanma sesi.
İsmimi bile hatırlamıyordum bana ne olduğunu hatırlamıyordum. Kendimi zorlayarak gözlerimi açmayı başardığımda gözlerimi kırpıştırarak gün ışığına alışmaya çalıştım. Kaşlarımı çatarak etrafıma baktığımda beyaz bir odada yattığımı gördüm, bakışlarımı koluma çevirdiğimde kolumda gördüğüm seruma anlam veremedim. Bana ne olmuştu? Bu sorunun cevabını beynimin en ücra köşelerini yoklayarak cevaplamak istedim ama olmadı, beynimin içinde koça bir boş kuyu vardı.
Acıyla yutkunup başımı yan tarafıma çevirdiğimde geniş cam çarptı gözüme, yağmur damlaları asi bir şekilde cama vurup kayıp gidiyordu, benim beş yılımda böylemi kayıp gitmişti, ben beş yılımı bu yatakta mı geçirmiştim.
Odanın kapısının açılma sesi kulaklarımı doldurduğunda bakışlarımı yağan yağmurdan ayırma gereği duymadan aynı şekilde durdum. Odaya kim gelmişti bilmiyorum lakin içten içe içimi saran endişeye mani olamıyordum, gelen kişiyi görmeye hazır mıyım bilmiyorum.
Adım seslerinin bana yaklaştığını duyduğumda gözlerimi sıkıca kapatıp bu endişeden kurtulmak için yanıp tutuşsam da gözlerimi kapatmayarak sesin geldiği yöne doğru çevirdim başımı cesurca.
Karşımda gördüğüm kaşlarımı çatarak ona baktım o ise gözlerinde oluşan şaşkınlıkla bana bakıyordu. Masmavi gözleri olan sarı saçlı güzel bir kızdı lakin onu tanımıyordum, tanıyorsam da beynimin bana oynadığı oyundan dolayı hatırlamıyordum.
YOU ARE READING
BUZ ÇİÇEĞİ
General FictionSessizliğin içinde yankılanan ağlayış sesleri benim ağıtımdı, gözümden düşen her damla yaş ona olan sevgimin buruk bir göstergesiydi. Kalbimin en derininde hissettiğim bu acı onun benden gidişinin en ağır darbesiydi. Ben Yavuz Selim Atalar Bugün b...