Ne söyleyeceğimi ya da nasıl davranacağımı bilmiyordum. Bilmediğimi de sonuna kadar belli eden bir sersemlikle kalkmıştım ben de ve pencerenin önünde duran kuşun, birkaç adım gerisinde öylece bekledim. Yüzüme dönünce şimdi, aklıma ilk gelen sözcükleri fısıldadım, "Kötü bir rüya görüyor gibiydin de..."

Bir kez daha karıştırmıştı saçlarını, onun da şaşkın, çokça sersemlemiş olduğunu düşündüren bir hali vardı ve aralanan dudaklarını aynı kararsızlıkla kapattığında başını çevirip yatağa doğru baktı. Saniye geçmeden yeniden yüzüme çevirdi sonra gözlerini, aralanan dudakları bir şey söyleyecekmiş gibi kıpırdadı ama yine sessizlikten başka bir şey olmadı.

İş başa düştü, bu derin sessizliği sen bitireceksin kızım diyerekten gülümsedim ve "Eh... Uykunu almışsındır bence artık?" deyip saçma gülücüğümü devam ettirdim.

Neden böyle bir akşamı ilk defa yaşadığını düşünüyordum? Beyza uzun yıllar hayatındaydı bildiğim kadarıyla. Muhtemelen... Yani... Muhtemelen ileri gittikleri, rahat bir ilişkileri olmuştu ama Kartal'ın bakışlarında tahmin ettiğim kişinin rahatlığı yoktu. Çok şaşkın, çok şapşal görünüyordu. Sanki evine gizlice girilen, içeride ailesi olmasına rağmen yatağında bir yabancıyla uyuyan ben değil de bu şapşal kuştu.

"Aldım" dedi en sonunda, ses tonundan şaşkın olduğuna dair düşüncelerim kesinleşmişti. Sokak lambasının perdeden bulabildiği fırsatla odama yansıyor olması yetersizdi. Tam anlamıyla nereye baktığını göremiyordum ama dik tuttuğu başına rağmen gözleri aşağıda bir yere bakıyor gibiydi. Ellerimi üzerime sürerek aptal heyecanımı kendimce dindirmeyi denediğim sırada kıpırdayan gözleri, bilekliğime baktığını düşündürmüştü ve ben de bilekliğime bakarak onda bu kadar ilgi çekici olan şeyin ne olduğunu sorguladım.

Bulamayınca merakla kaldırdım başımı ve yüzüne baktım. Bilekliğimin üzerindeki gözlerini çevirmişti, pencereye dönmüştü yavaşça ve perdeyi sağ tarafa doğru çekip pencereyi açtı. Bir adım öne gidip durdum. Gitme, diyecek gibi kıpırdanan ayaklarıma öfkeyle bakmıştım ve attığım adımı geri alıp öylece bekledim. Pencereye çıktığında, "Eyvallah" dedi, kuru bir teşekkür olmuştu bu, yüzüme bakmamıştı bile ve saniyeler içerisinde gözden kayboldu.

Yatağın ucuna oturup başımı ellerimin arasına aldım. Halıya bakarken hüzünle kapatmıştım gözlerimi ve "Ne oluyor bana" fısıltısı ile ellerimi başımdan yüzüme indirip yavaşça bastırdım. Yanlış, diyordum içimden. Yaptığımı savunamıyordum. İyi hissetmiyordum. Çok kızıyordum kendime. Sıkışmış hissetmek kendi eserimdi, bunu bizzat kendim yapmıştım kendime. Buse'nin zorla seyrettirdiği romantik filmlerdeki kızlardan birine dönmüştüm sanki. Bir nefesin derdine iç çekiyor, bir koku yüzünden darmadağın hissediyordum. Hiç hayal etmediğim bir fotoğrafa yerleşiyordum, çırpındıkça o fotoğraftaki yerime kazınıyor ve hiç kurtulamayacakmış gibi sessizce olacakları bekliyordum.

Sıkıntıyla ellerimi yüzümden çektiğimde, pencerenin önüne geçtim. Karanlıklar altındaki İstanbul'a hiç bakmadığım bir gözle bakmıştım ve bir kez daha sıkıca gözlerimi yumarak yüzüme çarpan ılık rüzgâra odaklandım. Tek bir dal bile kıpırdatmıyordu, o kadar güçlü değildi bu rüzgâr aslında. Çalışma masasının üzerinde duran kitaplarım, biraz ötesindeki kitaplığın raflarında duran kitaplarım, yatağım, yastığım... Kapının arkasında asılı duran okul formam, montum. Hiçbir şey kıpırdamıyordu biliyorum ama hissettiğim ve bildiklerim arasında kocaman bir fark vardı. Hareket etmediğini bildiğim her şey ayaklanmış gibi hissediyordum. Hepsi birden kafama üşüşmüşler ve ağır darbelerle ezileyim diye üzerimde tepiniyorlarmış gibiydi. Küçülüyordum. Aralarında kalmış zavallı küçük bedenim, karmaşanın içinde kayboluyordu ve bütün bu hissettiklerimin en derin yerinde nefesinin sesini buluyordum. Dakikalar önce boynuma değen, boynumdan bütün bedenime dağılan, dizlerimi de en az kalbim kadar titreten nefesi...

Buralar Karışır | askıdaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin