"Seni, Helin'e emanet ediyorum."

Începe de la început
                                    

"Aptal olucam be! Atma şunları!" Diye bağırıyordu.
"İyi olur! Fazla zekisin zaten!" Diye bağırarak elimdeki son kırlenti de fırlattım suratına.
Ters ters bakıyordu, baya ters.
Karşısına bağdaş kurarak oturup şirin şirin gülümsedim.
"Sırıtacağına kahvaltı hazırla. Açım ben."
"Öküz... Çayı bile demledim. Git ekmek al!"

Ayağa kalktı, bana döndü, ters bir bakış atıp yatak odasına gitti.
Ben de kalkıp kırlentleri düzelttim, gece üstüne örttüğü battaniyeyi katlayıp holdeki vestiyerin içine koydum.
O sırada odanın kapısı açıldı, Tolga çıktı.
Gri bir eşofman giymiş, lacivert bir tişört geçirmiş üstüne. Onun üstüne de grili lacivertli şime bir yelek giymiş. Pislik.
Vestiyerin sol kapağını açıp içinden gri spor ayakkabılar çıkardı. Onları da giydi, kapıyı açtı, asansörü çağırdı.
Asansör geldiği sırada;
"Kapı falan çalarsa açma. Vestiyerin alt dolabında her ihtimale karşı bir şey var, haberin olsun."
Anlamadım ama, başımla onayladım.
O asansöre binince, ben de vestiyerin sol kapağını açtım. Vestiyerin bu tarafını ilk açışımdı, ne kadar çok ayakkabı vardı böyle! Alt raflara bakınca benim için de onlarca spor ayakkabıların, babetlerin, hatta çizmelerin olduğunu gördüm. Altlarına baktım, 38 numara. Ayak numaramı bile biliyor muydu? Nasıl öğrenmişti acaba?
Bu ayakkabı cennetinin kapağını kapatıp, alttaki dolabı açtım. Siyah bir kutu vardı, yere bağdaş kurup onu çıkardım. Kilitlerini çekince kapak açıldı. Gördüğüm şey karşısında yerimden sıçradım resmen!
Tabanca bu be! Tabanca! Psikopat herif! Tabanca mı koydu eve? Hadi koydun, ben bunu nasıl kullanayım Allah aşkına? Ben bununla aynı kilodayım be!
Sinirle kutunun kapağını kapayıp yerine koydum. Ardından salona geçip kumandayı elime aldım, bacak bacak üstüne atıp, magazin programlarını kurcalamaya başladım.

10-15 dakika sonra zil çaldı. Koşup kapıyı açtım hemen. Elindeki poşetleri aldım, mutfağa bıraktım, o da ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi. Mutfağa girip;
"İnsan bi' hoşgeldin der."
"Hoşgeldin."
"Ne oldu yine?"
Aldığı boyozları, gevrekleri ve ekmekleri ekmek sepetine yerleştirmiştim, masaya koyup çayları koymaya başladım.
"Tabanca küçük kalmamış mı? Taramalı koyman lazım bence eve."
"Tek tabanca yok ki." Dedi, elindeki salatalığı ısırırken.
"Ne?!"
"Evin çeşitli yerlerinde 4 tane daha var."
Elimdeki çayları masaya bırakıp yerime oturdum.
"Ne çeşit bir psikopatsın sen?!"
"Silahlardan korkuyor musun?"
"Neden korkmayayım?!"
"Ahmet Karalar'ın kızının korkuyor oluşu ilginç."
"Ne alaka?"
"Evinizin bahçesindeki bahçıvan kulübesine hiç girdin mi?"
"Hep kilitli olurdu."
"İçinde 100'e yakın silah olduğu içindir."
"Ne?!"
"Babanın silahlara büyük bir ilgisi var."
"Ciddi misin?"
Ters bir bakış attı. Tabi ya, o her zaman ciddiydi.
"Sen nereden biliyorsun?"
"Sizinkilerle tanışmaya geldiğim gün gösterdi baban."
Ağzım açık kalmıştı, 19 yıllık evladıyım, silahlardan yeni haberim oluyor!
Şaşkın bir ifade takınmakla yetindim.
O sırada Tolga'nın telefonunun sesi duyuldu. Arama Ahmet! Arama artık gıcık adam! Ne zaman arasan biri ölüyor arama!
Vestiyerden şişme yeleğin cebindeki telefonu alıp geldi, bir eli cebinde bir şekilde girdi içeri, oturdu sandalyeye.
"Söyle Ahmet."
"Ne yapmış?!"
"Vekaletle hepsini elden teslim al. Sonra da buraya getir. Güvenliği sağlamak sana kalmış."
"Tamam koçum."
Telefonu kapattı, masaya koydu.
"Ne olmuş?"
"Annemden küçük bir hediye.."
Şaşırmıştım. Tüm dikkatimi ona verdim, devam etti;
"Cemiyetin olduğu gecenin sabahı, tüm mal varlığını benim üstüme geçirmiş. Elden alınma şartı koymuş."
"Nasıl yani?"
"Şöyle, benim iznim olmadan o paralar, tapular ve diğer değerli şeyler, kesinlikle oradan alınamaz."
"Neden böyle bir şey yaptı peki?"
"Bilmiyorum, belki de insanların ölümlerinin yaklaştığını hissettikleri iddiası doğrudur.."
Başımı salladım.
"Ama akıllıca bir şey yapmış." Diye devam etti,
"Eğer elden alınma şartı koymasa kendi hesabıma aktardığımda babamın haberi olurdu, şimdi yeni bir hesap açar ona koyarız hepsini." Dedi.
Başımı salladım yine.
"Tolga?"
Tek kaşı havada bir bakış attı bana.
"Ters ters bakma, mantıklı bir şey diyeceğim."
"Neymiş?"
"Spora yazılalım. Her sabah boyoz yersek kilo alacağım."
"Daha iyi, kimse bakmaz işte sana."
"Tolga.. Kaşlar." Dedim, tehditkar bir sesle.
Kahkahayı patlattı.
"Kadın erkek ayrı spor salonu bul yazdırayım seni."
"İzmir'deyiz, iyi misin?"
"Gidemezsin o zaman."
"Gideceğim."
"Gitmeyeceksin." Bunu öyle tehditkar bir şekilde söylemişti ki, konuyu kapamanın en mantıklı yol olduğu düşünmüştüm.
"Çay?" Dedim en şirin suratımla.
"Olur."
Dana. Bir şeye de izin ver. Hoş, salaklık bende! Eve 5 tabanca yerleştiren adamın sevgilisinin sporda işi ne?!
Bir saniye, diğer 4 silah nerede?
"Tolga?" Dedim, çayını önüne koyarken.
"Diğer dört tabanca nerede?"
"Tv ünitesinin altında, yatak odasındaki mor pufun içinde, ebeveyn banyosunda baş havlularının arasında, bir de yastığının altında."
"Yastığımın?"
"Uyduğun yastığın."
"Gece boyunca kafamın altında bir silah mı vardı yani?!"
"Evet?"
"Ben yatağı toplarken bile görmedim."
"Oradaydı."
"Değildi."
Ayağa kalktı, bileğimden tuttu, odaya girdik. Ben yine sağ omzunun arkasına saklanmıştım. İki elimin işaret ve baş parmaklarıyla siyah tişörtünün kenarını tutuyordum. Gerçekten silah koleksiyoneri bir babanın silahtan öcü gibi korkan kızıyım sanırım..
Tolga sol yastığı kaldırıp siyah yassı kutuyu eline aldı.
Bana dönüp, "Bu ne?" Dercesine salladı.
Ben de üste çıkmak için,
"Ha? Orada mıydı? Ben sağda uyuduğum için fark etmemişim onu." Gerçekten de hep sağda uyurdum.
"Solda uyu."
"Asla."
"Solda uyu."
"Nedenmiş?!"
"Ben her zaman sağda uyurum."
"Hayır! Ben her zaman sağda uyurum!"
Neyin kavgasını yapıyorduk gerçekten?
"Sol dedim." Diye tekrar etti.
"Sağda uyuyabilirsin." Dedim, devam ettim,
"Salondaki koltuğun sağında."
Hemen ardından arkasına geçip sırtından ittire ittire çıkarttım odadan.

Yarı'm #wattys2016Unde poveștirile trăiesc. Descoperă acum