5. Bölüm | "TAM ON İKİDEN"

1.7K 14 2
                                    

5. Bölüm | "Tam On İkiden"

Kızılay'dan döndükten sonra kendimi o kadar yorgun hissetmeye başlamıştım ki, yeni okuldaki ilk günüm öncesi son pazar günümü bir duş alıp yatağa serilerek harcamayı tercih etmiştim. Değil yeni tanıştığım İnci'yi internetten arayıp bulmak, babamın firmasının Ankara'da bir şubesi olup olmadığını bile araştırmak gelmemişti içimden. Bu hissin bende yarattığı tek duygu, utançtı. Üşengeçliğimden utanıyordum ama iki yatak, birkaç dolap ve iki tane masa-sandalye ikilisinden ibaret bomboş odada geçecek olan koca bir yılı düşündüğümde; araştırma yapmak için çok vaktim olacak gibi görünüyordu.

Yatakta uzanmışken uykunun beni çağıran davetkar kollarına itimat etmemek olmazdı; duşun vücudumda yarattığı rahatlama hissi yorgunluğumla birleşince koyu bir uyku faslına kapılıvermiştim. Bir önceki gece gördüğüm fakat aklımdan uçup giden kabuslar beni korkutuyordu fakat yorgunluğum her zaman olduğu gibi baskın çıkmıştı. Kısa sürede uyuyakaldım.

Belli belirsiz bir yerlerden tren sesi geliyordu. Bir arabanın içindeydim ama arabanın içinde öyle basık bir hava vardı ki, gözümü açamıyordum neredeyse! 'Rüyamda bile çok yorgunum' diye içimden geçirirken arabanın hızlandığını hayal meyal algıladım. Kafamı yan koltuğa çevirdiğimde kafası önüne düşen babamı görünce bir korku içimi sardı. Tam o korku hissi içime dolmuşken, tren sesine karışan bir başka ses duydum.

Hızlanan, ağır bir aracın sesiydi. 

Yeşil siyah dijital rakamları parlayan saatimi gözüme götürdüm ve tüm günü, tüm akşamı uyuyarak geçirdiğimi; saatin 11'i geçtiğini gördüğümde anladım. Yurt odasını karanlık basmıştı! Soluk renkli kalın perdeyi aralayıp dışarıya bakmak için yataktan kalktığımda bir an başım dönünce aklıma rüyamda aracın içindeyken hissettiğim basıklık geldi ve bir kez daha daraldım. Önce trendeki rüyam, şimdi de bu... Babamı rüyamda görüyor oluşumun tek bir sebebi olmalıydı; son aylarımı sürekli onun ani kaybını dert ederek geçirmiştim!

Perdeyi araladığımda gördüğüm manzara beni şaşırttı. Yurt binasının önündeki basit, derme çatma basketbol potalarında üç kişi öylesine top oynuyordu. Onları gördüğümde iki gündür yurtta kimseyi görmediğimi fark ederek şaşırdım. 

Onlar ellerindeki topu potaya her attıklarında, kulaklarımla olmasa da zihnimden topun potaya çarpma anındaki metalik sesi işittim. İstemsizce, ellerimle dönen topu tutup tekrar potaya atma refleksi gösterdiğimi anladığımda en son ne zaman basketbol oynadığımı hesaplamaya çalıştım. Eski okulumun basketbol takımında, ülke çapındaki bir turnuvanın final maçında oynamıştım. Üç ayı aşkın bir süre geçmiş olmalıydı! Maçı hatırladığımda, bir daha neden elime basketbol topu almadığımı da hatırladım ve içim daha fazla daraldı. Bir şeyi daha hatırlamıştım: Sabah, kahvaltı yaparken, takımdan arkadaşım Orçun'a attığım mesaja cevap gelmemişti. Aradan çok zaman geçmişti, muhtemelen cevap atmış olmalıydı!

Üstümdeki atalet hissini atıp odamın ışığını yaktım ve odaya gelir gelmez bir kenara attığım haliyle duran sırt çantamdan bilgisayarımı çıkarıp masanın üstüne özenle yerleştirdim. O esnada, kitapçıda tanıştığım ve imzalattığı kitabı bankta unutmuş olan İnci'nin kitabını da görünce ona ulaşmak için de heveslenmiştim. Kitabı da alıp bilgisayarımın yanına dikkatli bir şekilde koydum. 

Bilgisayar açılmıştı açılmasına ama hevesimi kıran yegane şey belirmişti önümde: Yurdun internet şifresini bilmiyordum. Bir alt kattaki yönetim odasında nöbetçi bir yönetici olmalıydı, inmek için kendimi hiç hevesli hissetmesem de üzerimdeki üşengeçliğe alışkın değildim ve bir an önce bu histen kurtulmak istiyordum. 

REENKARNASYONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin