4. Bölüm | "KIZIL AY"

1.4K 18 4
                                    

4. Bölüm | "Kızıl Ay"

Yatağımda titreyerek uyanmış, alnımda biriken soğuk terleri elimin tersiyle siliyordum. 'Yeni bir yerdeki ilk gecede görülen rüyanın gerçek çıkma ihtimali yüksek olur' denilirdi; eğer doğruysa, beni çok zor günler bekliyordu!

Akşam Yavuz tarafından yurda bırakıldıktan sonra ışık hızıyla kayıt işlemlerimi tamamlayıp odama yerleşmiştim. Bir yıllığı peşin ödenmiş, iki kişilik yurt odası. Görevlinin ağzından kaçırdığı şey doğruysa, nedendir bilinmez, üvey annem iki kişilik ödeme yapmıştı! Yani bir yıl boyunca odada tek başıma kalacaktım.

Gece o yorgunlukla göz atıp keşfettiğim koridorun sonundaki lavaboya geçtim. Dizlerimde hala derman yok gibiydi, adeta kendimi sürüklüyordum! Yürüyen bir ölüden farksız olmuştum...  Yolculuğun yorgunluğu ve babamın vefatından sonra yaşadığım psikolojik çöküntü birleşmiş, bir anda yüzeye çıkmış olmalıydı. Lavaboda yüzüme su çarparken aynadaki aksime baktığımda yanılmadığımı anladım. Gözlerim kan çanağına dönmüş, yüzüm bembeyaz bir renge bürünmüştü. Her zaman canlı bir renk tonunda olan kahverengi, hafif uzun saçlarım bile solmuştu adeta!

Bütün bu paspallığıma rağmen odamdaki duşa girecek kadar enerjik hissetmedim kendimi ve apar topar üstümü değiştirip sırt çantamı aldığım odadan bir çırpıda çıktım. 

İlerideki trafik levhasına göre Kızılay çok yakında olmalıydı. Yürüyerek gitme fikri bir an aklımda belirse de hala dizlerimde derman bulamamış durumdaydım. Bir sonraki gün, pazartesi günü, açılacak olan okula şöyle bir bakarken yolun ilerisinden bir tekerlek sesi belirdi.  Gelenin, önünde Kızılay yazan bir dolmuş oluşu benim son dönemlerde en çok sevindiğim gelişme olmuştu. El edip, duran dolmuşa atlayıverdim.

Beş dakika sonra, sadece bir dizide gördüğüm Kızılay'a ilk kez ayak basmıştım. Benim için büyük, Ankara için küçücük bir adım... İlk izlenimim şu olmuştu: İstanbul'un İstiklal'i neyse, Ankara'nın Kızılay'ı da oydu. 

Biraz yürüdükten sonra karnımın gereğinden fazla aç olduğunu hissederek ilk gördüğüm kafeye girmiş, dışarıdaki asılı kocaman kahvaltı tabağı ilanının da etkisiyle bir kahvaltı tabağı siparişi vermiştim. Önden gelen çayımı yudumlarken çantamdan dizüstü bilgisayaırmı çıkarıp e-postalarımı kontrol etmeye başladım.

Kızkardeşim Sena, kafasına estikçe içini döktüğü e-postalar yollardı bana. Gözlerim, gönderici bölümünde adını aramıştı ancak hiçbir şey yoktu. Sadece üyesi olduğum online alışveriş sitelerinin rutin bültenleri doldurmuştu e-posta kutumu... Onları silerken, küçük ölçekli bir hüzün duygusuna kapıldım: Bu sitelerdeki tüm adreslerimi değiştirmem gerekecekti. Neden Ankara'da bir yatılı okula gönderildiğimi tekrardan sorgulamaya başlamıştım ki, aklımı dağıtabileceğim yegane unsur masamda belirdi: Sıcacık bir simitle süslenmiş, görüntüsü bile yeterince doyurucu olan kahvaltı tabağım!

Tabaktaki yiyecekleri tırtıklarken internette gezinmeme rağmen İstanbul'daki arkadaşlarımın neler yaptığını görmemek için Facebook'tan bilhassa uzak duruyordum. En sonunda dayanamayıp Facebook'a girdim ve İstanbul'daki en samimi arkadaşım olan Orçun'a bir mesaj yolladım. Orçun ile ilkokuldan bu yana hep birlikte okumuş, lisede farklı alanları seçtiğimiz için yollarımızı ayırmıştık. Ancak hemen hemen her hafta sonunu birlikte geçiriyorduk zira ikimiz de lisenin basketbol takımındaydık. Birkaç dakika bekledikten sonra Orçun'a attığım "Nasılsın, ben Ankara'ya vardım ve yurda yerleştim. Her şey gerçekten de düşündüğüm kadar rezil" mesajıma cevap gelmeyince Facebook'tan çıktım. Tam çıkış yaptığım anda ana sayfama düşen paylaşımda korktuğum oldu ve İstanbul'dayken gerçekten çok hoşlandığım Itır'ın bir fotoğrafı belirdi. Tam anlamıyla görememişken, 'Çıkış Yapıldı' bildirimi ekranda belirdi ve ben içimden söverek pencereyi kapattım.

REENKARNASYONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin