3. Bölüm | "PLAKAYI KODLA"

2.7K 23 2
                                    

3. Bölüm | "Plakayı Kodla"

Tren nihayet Ankara'daki gara vardığında kompartmandan sürükleyerek çıkarttığım bavulumu, tuvaletteki konuşmasına kulak misafiri olduğum adamla karşılaşmaktan korkarak trenden indim. Neyse ki korktuğum olmadı ve Ankara'nın soğuk havası yüzüme çarparken garda ilerlemeye başladım.

Sağa sola bakınarak, kalabalığın arasında üvey annemin beni karşılayacağını söylediği meçhul arkadaşı Yavuz'un beni bulacağını ümit ederken gardan dışarı çıkmıştım. Hiç bilmediğim bir şehirde, hiç bilmediğim bir sokakta elimde ağır bir bavulla öylece kalakaldım! Burnumdan solurken telefonumun çaldığını hayal meyal duydum; o kadar kalabalıktı ki, gelen geçene çarpmadan telefonu cebimden çıkartmak için müthiş bir efor sarf etmek zorunda kalmıştım.

Tanımadığım bir numaranın, tanımadığım bir sahibi aramıştı beni.

- Artun Bey?

Bey ile hitap edilmeye hiç alışkın olmadığım için, yüz yüzeyken söylense bir adaşıma mı seslenildi diye sağa sola bakacak bir hisse kapılırdım. Telefonda da kekeleyerek "Evet" deyivermiştim.

- Merhaba, ben Yavuz. Hale Hanım yönlendirdi beni ama içerisi o kadar kalabalıktı ki, araçta beklersem beni daha kolay bulursunuz diye düşündüm...

Yavuz'un açıklamasından sonra etrafta bekleyen araçlara bakarak hangisi olduğunu tahmin etmeye çalıştım. İçimden bir ses, karşı tarafta bekleyen jeep olduğunu söylüyordu. 

- Tam garın karşısında, siyah bir jeepteyim. Bulamazsanız diye plakasını da vereyim, daha rahat olur.

"Gördüm" dememe fırsat bırakmadan plakayı kodlamaya başlamıştı Yavuz.

- 06 Adana-Samsun-Tekirdağ...

O kadar şaşırmıştım ki, devamındaki rakamları duyamadım bile! Bir yandan jeepe ilerlerken, bir yandan da bunun nasıl bir tesadüf olduğunu düşünmeye koyulmuştum. Plakadaki AST, babamın firmasının tüm araçlarının ortak koduydu!

Benim adımın ve kardeşim Sena'nın adının ilk harfleri ile Ticaret'in T'si: AST. Babamın firmasının da adının kısaltmasıydı aynı zamanda!

'Arsen Ticaret.'

İsmini benim ve kardeşimin isimlerinden almasına rağmen, esasında cuk oturan bir isim olmuştu zira babamın firması, bir e-güvenlik firmasıydı! Adı tarihteki en kibar hırsıza gönderme yapıyor gibi görünse de tam tezat şekilde yüksek ölçekli şirketlerin internet ortamındaki para girdisini, çıktısını kontrol ederek güvenliğini sağlıyordu.

Karmaşık bir ruh haliyle, elimdeki bavulu çekerek jeepe yöneldim. Birkaç metre kalmışken içinden genç, takım elbiseli bir adam indi ve uzanıp bavulumu alarak jeepin bagajına özenle yerleştirdi. Bu esnada ben de ön koltuğa geçmiştim. 

Bu plaka tesadüfünün bir eseri olan şaşkınlık vardı üzerimde. Üstelik, babam beni ve kardeşimi şirketin tüm işlerinden o kadar uzak tutuyordu ki; annemle boşanmaları sonrası babamla yeni bir eve taşınırken hazırlıklar esnasında bulduğum bazı evraklardan öğrenmiştim AST plakalarını. Şirketin ana iş kolu e-güvenlik olsa da, bazı firmalara VIP şoför hizmeti de veriyordu. Bu bağlamda firmanın yedi tane aracı vardı...

Ancak Ankara'da ne bir şube, ne de bir araç vardı!

Bu belgeleri gördüğümü de tabii ki babama söylememiştim. Zira özellikle 10'lu yaşların çocuksuluğunu biraz olsun üstümden attığımda babamla yaşadığımız tüm tartışmalar şirket endeksliydi. Babam benim üniversitede farklı bir dalda eğitim almamı isterken ben hazıra konma güdüsüyle şirkete dönük çalışmak istiyordum. 

Bir süre sonra babamla tartışmanın boşa olduğunu fark etmiş ve hayatımı kendi akışına bırakmıştım. Bu esnada şirket iyice büyümüş, şirket büyüdükçe bizim aile bağlarımız zayıflamış ve en nihayetinde annemle babam boşanmıştı. Sonrası malum: Babam evlendi, yeni eşini şirkete ortak yaptı ve arabasının eciş bücüş olduğu bir kazada hayatını kaybetti. 

Şirket de, fettan cadıya kaldı.

Ben içimden bütün bunları geçirirken Yavuz da arabaya dönmüştü. Koltuğuna oturup anahtarı kontakta çevirmek için uzanmadan önce elini bana uzattı.

- Merhaba! Ben Yavuz.

Ben de elimi uzatıp tokalaştım. Böylece Yavuz, Ankara'da tanıştığım ilk kişi oldu.

Bu tanışma faslı sonrasında araç çalıştı ve ilerlemeye başladık. Giderken, Yavuz acıkmış olduğumu tahmin ettiğini söyledi ve beni Kızılay'da bir kebapçıya götürmeyi teklif etti. Hayır diyemeyecek kadar açtım doğrusu!

On dakika sonrasında bir otoparka park etmiş ve bir restorana girmiştik. Ankara'da hava ne kadar soğuksa, hayat da bir o kadar hızlıydı anlaşılan. Zira daha yirmi dakika önce trenden inmişken, şimdi sıcacık bir restoranda sipariş vermiş ve karnımızı doyurmak üzere beklemeye başlamıştık.

Birkaç dakika içinde benim iskenderimle Yavuz'un bir buçuk kebabı gelmişti. Bir yandan yemeğe başlamış, bir yandan sohbet etmeye girişmiştik. Babamın geçirdiği kazayı biliyordu fakat bu konuyla ilgili sadece başsağlığı dilediğini söyleyip geçiştirdi. Konusu açılınca da aklıma tekrardan Yavuz'un kullandığı jeepteki plaka gelmişti. Aklımdaki şüphelerden uzaklaşmak için okuldan bahsetmeye başladım.

Üniversitede İngilizce öğretmenliği okumak istediğimi söylediğimde Yavuz'un gereğinden fazla şaşırması dikkatimden kaçmamıştı. Aklımın bir kenarına not düştüğüm bu ayrıntıyla yemeğe devam ettim. Yemek bittikten sonra işletmenin ikram ettiği çayı içerken Yavuz ceketinin cebinden çıkarttığı sigara kutusunu bana da uzatmıştı, hiç içmediğimi öğrenince gülerek sigarasını yaktı.

- Er geç içeceksin... Hele evinden uzakta yaşamaya başladın, yakında sigaraya da başlarsın.

Gülümseyip çayımı içmekle yetindim. Bu esnada Yavuz düşünceli bir şekilde sokağa bakıyor, sigarasını tüttürüyordu. Neden sonra, "Baksana..." diye söze girdi.

- Bu akşamlık bende kal, aramızda kalsın ama. Bu saatte seni yurda götürsem, giriş işlemlerinden iflahın kesilir. Bavulunu yerleştirdin, ettin derken gece 12'yi bulur işinin bitmesi. Yarın öğlene doğru, gündüz gözüyle gideriz yurduna; ne dersin?

Çayımı içerken düşünmeye koyuldum: Bu, üvey anneme ispiyonlanacak bir hadiseydi şüphesiz. Önce sigara ikramı, şimdi de bu... Bir şeylerin döndüğünü düşünmeme yetecek kadar falso vardı. Çaylar bitip de kalkmaya yeltendiğimizde üzülerek teklifini reddedeceğimi söyledim. Yavuz, üzülmüş gibi yaparak hesabı ödedi. 

Yarım saat içinde elimdeki bavulla, üniversite öncesi son yılımı geçireceğim heybetli ve bir o kadar sıkıcı görünen okula ve bitişiğindeki öğrenci yurduna bakıyordum. Hafiften yağmur başlarken Yavuz sırtıma dokundu. Elini uzattı, tokalaştık ve vedalaştık. Tam arabaya binecekken döndü, kaşının birisi havadayken konuştu:

- Ha bu arada, Hale Hanım'ın ricası var. Her cumartesi akşamı, sizinle buluşacağız. Size bir yemek ısmarlayacağım ve havadan sudan sohbet edeceğiz. Eğer gelemeyecek olursanız, bana haber verin ama...

Cevap vermeme fırsat bırakmadan gülümseyip göz kırptıktan sonra arabasına atlayıp gaza kökledi. Bir korna çalıp elini sallayarak ilerledi, gözden kayboldu. Hale'nin kucağıma bıraktığı bombayla yeni bir hayatın ilk kazığını yemiştim. Araba belirsizleşirken, plakası iyice belirginleşmişti. Hafızama kazınmıştı. Üvey annemin Ankara tercihinin rast gele bir şey olmadığını anlamıştım. Yavuz, Ankara'daki bekçimdi.

Kendimi, görünmez sınırları olan bir hapishanenin tutuklusu gibi hissediyordum. Üstelik, neden hapsedildiğime dair hiçbir fikrim yoktu.

Ama öğrenecektim.

3. Bölümün Sonu

REENKARNASYONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin