(58) Geldiğin Yere Geri Dön!

Start from the beginning
                                    

Boynumdaki pusulanın kapağını açıp, "Yaşıyor mu?" diye kısık sesle konuştum. "O yaşıyor mu?" Ruhunda bir parça pusuladayken hâlâ nefes alıp almadığını bilmek istedim. Biliyorum buna hakkım yok ama bilmek istiyorum.

Hayır cevabında pusulanın oku hareket etmezdi lakin ok dönerek bana evet cevabını verince rahat bir nefes aldım. Bir tur dönen ok kuzeyi gösteriyordu, yani Sulakkar topraklarını. Savcı Muhafızların klanında olmalıydı, yani akademide. Pusulaya, "Durumu nasıl?" dediğimde bu sefer ok hareket etmeyince gözlerim doldu. Kötü durumdaydı değil mi? Bir haftadan fazla içinde ruhu olan pusuladan uzak kalmışken iyi durumda değildi. Belki de şu anda ölümün eşiğindeydi.

Pusulaya baktığımı gören Meliz, "Pusulayı vermen neyi değiştirecek?" dedi. "Pusula yüzünden olmasa bile belki de Ninfa'lar onu öldürecek," dediğinde başımı salladım. Her şekilde ölümüne ben sebep olacaktım. Fakat kraliçeyle bir anlaşma yapmıştım sevdiklerime dokunmayacaktı.

"Belki de." Acı içinde bu gerçeği kabul ettim. "Ama ölüm bizim için bir son değil. Ben ne yaptığımı biliyorum İblis, son raddeye gelmişken büyük oynayacağım. Elimde tek bir kart var," diyerek cayır cayır yanan Araf'ı gösterdim. "Tanrılara istediğini verdim, şimdi kendi isteklerimi almaya sıra geldi."

Meliz, "Tanrılarla kumar oynanmaz Elzem," dedi. "Sen hep fazlasıyla zeki biri oldun. Kaybedeceğimiz bir savaşa bizi sürükleme."

"Tanrılar bana karşı tüm kartlarını oynamışken kaybedecek neyim kaldı?" diyerek ona Itır'ı hatırlattım. Bu saatten sonra benden alacakları bir şey kalmamıştı. "Masanın diğer tarafında ben varım ve ben elimdeki son kartı açmadan yenilgiyi kabul etmem," dedim. Alevlerin içinde kalan şehri gördükçe içim acıyordu. Orada bir yerlerde hayatını kaybeden benim sevdiğim birkaç kişiden biri olabilirdi. "Sevdiklerimin hayatını masaya koyuyorum İblis. Kazancım kaybettiklerim kadar büyük olmadıkça ben bu oyunu bitirmem!" dedim. Hayatımın en büyük kumarını oynarken her şey planladığım gibi giderse çok fazla şey değişecekti.

İddia ediyorum ne tanrılar ne de Ölüler Şehri böylesine bir yenilgi yaşamayacaktı.

*****

Ormanda ilerledikçe atlar daha fazla tedirgin oluyordu. Yanan bir ormanda hareket etmek atları korkuttuğu için onları serbest bıraktık. Kıyameti yaşayan bir yerde yürümek hiç kolay değildi. Sadece yangın yoktu, ormanda bir uğursuzluk başlamıştı. Bu yangını birileri başlatmamıştı çünkü yangın kendiliğinden oluşuyordu. Giderken bıraktığım yemyeşil ağaçlar hızlıca kuruyor, yapraklarını dökerek tutuşuyordu. Arasıra sarsıntılar başladığı için küçük depremler oluyordu. Toprak yarılıyor, açılan çatlaklardan gayzer püskürüyordu. Cayır cayır yanan ölü hayvanların kokusunu soluyorum. Bir tane yeşil ağaç görünce heyecanlanarak ona yaklaştım. Fakat ağaç gözlerimin önünde soldu. Gövdesi hızlı bir şekilde kül rengini aldığında yaprakları sarardı ve sarı yaprakları alevler çıkartarak tutuştu. Ağacın dallarını kendisine yuva yapan bir kuş, kanatları alev alarak uçmaya çalışınca gözlerim sızladı. Ben böyle olsun istememiştim. Birçok masumun canına kast edecek biri değildim. Ben ne zaman böyle birine dönüşmüştüm?

Ayaklarımın altında şiddetli bir sarsıntı daha hissedince hemen geriye doğru kaçtım. Bu sefer ki daha büyük bir deprem olduğu için sarsıntı bizi yere düşürmüştü. Az önce bastığım yerde açılan devasa çatlağı görünce yutkundum. Toprak bile yıkılıyordu. Açılan boşlukta püsküren gayzer dumanı ise fazla ürkütücüydü. Yürüdüğümüz toprak gittikçe ısınıyor, alev almış bir ormanda yanmadan çıkmak hiç kolay değildi. Dumanlar bir sis gibi bizi nefessiz bırakırken ilerlemek hiç kolay değildi. "Biz..." diyen Meliz düştüğü yerde öksürmeye başladı. "Asla başaramayız," dedi. Haklıydı, alevler olmasa bile dumanlar bizi tüketiyordu.

MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap Oluyor)Where stories live. Discover now