BÖLÜM 51 ⚜ KÖTÜLÜK VE UMUT

Начните с самого начала
                                    

"Bizimkiler acaba öldü mü bunlar diye düşünüyordur kesin. Hadi gidelim."

Neşeli çıkan ses tonum ve yüz ifademe kafası karışmış gibi baktı. Bazen beni hiç anlamıyordu, hem de hiç.

Yataktan kalktığında, ellerimi yatağa koyup ayaklanmak için destek alıyordum ki birden bedenimi kollarının arasına alıp beni havalandırdığında telaşla omuzlarına tutundum.

Gözlerimi gülen yüzüne çevirdim. Öğlen güneşinde gözlerinin kahverengisi daha da yumuşak bir kahveye dönmüştü. Gülüşü yüzünden kısılan bakışları, gözlerinin görünen kısmını küçültüyor ve camdan yansıyan ışıkla gözü parlak gözüküyordu.

"Seni şöyle bir gezdireyim." diyerek odanın kapısından geçirirken başımı omzuna yaslayıp elimi göğsüne koydum. Tutunma ihtiyacı hissetmiyordum. Düşürmez ya da herhangi bir yere çarpmazdı bedenimi. Beni ilk kucağına aldığında bile ona tutunmamıştım. O zaman güvendiğimden değil, canımın acısından odaklanamamıştım ama o zaman bile sımsıkı tutmuştu.

Bir durum olduğunda çabucak analiz edip elinden geleni yapma odaklı düşünüyordu. Arkasını dönüp gidemezdi asla, görmezden gelemezdi. Nasıl seneler önce Deniz'i sömürdüklerini fark ettiğinde elinden geleni yaptıysa, aynısını o gün kapanına bastığımda benim için de yapmıştı. Herkes için Mirza Korkmaz, benim için Kapanın Sahibi... Öyle biriydi işte. Bunu herkesin bilmesine de gerek yoktu. Ben bilsem, o hep bana kalsa. Hep benim olsa.

Elimi çenemin alt kısmına, onun kalbinin üzerine gelen kısma koydum. Yüzük ve hemen altındaki kırmızı fular kompozisyonu paha biçilemez bir güzellikteydi. Yüzük yeni sahibini, fular asıl sahibini, elimin altındaki kalbi de gerçek sahibiyle beraberdi.

Odadan çıkıp mutfağa geldiğimizde beni tezgaha oturtturdu ve ellerimi bacaklarımın iki yanına koyup üzerime eğildi. Yüzlerimiz karşı karşıyaydı, gözleri hızlıca yüzümde bir tur attı ve sordu. "Kahvaltıda ne yemek istersin?"

Sabah erken uyanmıştık aslında ama öğlen olmasına rağmen henüz kahvaltı yapmaya fırsatımız olmamıştı. Fularımı geri almam gerekiyordu ama. Bu önemli bir mevzuydu.

Bir süre durup düşünürken o da aynı pozisyonda durup beni izledi. "Şu an aklıma bir şey gelmiyor cidden." dedim dürüstçe. "Karnımız doysun yeter."

Gözlerini boynuma indirip başını salladı. "O zaman ben hazırlarken izle sadece."

"Zaten bir şey yapmayı düşünmüyordum." diye itiraf ettim. "Ağzına laf vermektense hiç yapmamak daha kolayıma gelir."

Başını hafifçe yanlara sallarken ciddi yüz ifadesinden sıyrıldı, ses tonu mutluydu. "Daha poğaça yapacaksın bana."

Kaşlarım çatıldı, o nereden biliyordu ya? "Ne poğaçası ya? Sen nereden biliyorsun onu hem?"

Alnını alnıma yaslayıp hafifçe tokuşturduğunda, içimde göz ardı edemeyeceğim bir his parladı. Ellerimi boynuna sarmamla o da bu hareketimi tamamlayarak belimden kavradı ve aramızdaki boşluk tam olarak kapanmasa da azaldı.

Alınlarımızı ayırmadan başını kaydırıp dudağımın kenarıyla yanağım arasındaki yere nefesini verdi. "Virüsler söyledi." deyince ortamdan beliren ciddiyet bize küfrederek mutfağı terk etti. Başımı hafifçe geriye esneterek güldüm.

"Hiç komik değilsin."

"Ayıp olmasın diye mi gülüyorsun?"

"Evet ama sana değil." Bir anlığına dudaklarımı yalayıp devam ettim. "Virüslere ayıp olmasın."

Yedi Saniye Virüsü | TAMAMLANDIМесто, где живут истории. Откройте их для себя