Give me a sign

83 15 37
                                    

Hayatınızda asla üzülmeyecekmişsiniz gibi hissettiğiniz anlar olmuş muydu sizinde? Öylesine umutlu ve sevinçli hissederdiniz ki birisi karşınıza çıkıp size kötü bir haber verse bile çok fazla üzülemeyeceğinizi sanırdınız. Birisi sizin karşınıza gelip küfür ettiğinde bile sinirlenmezdiniz. Sadece mutlu hissederdiniz işte. 

Şuan tam olarak böyleydim. Ne sinirlenebiliyordum ne de üzülebileceğimi sanıyordum. Sadece yüzümden silinmeyen gülümsemem ve hülyalı bakışlarımla günün batışını izliyordum. Yere koyduğumuz küçük radyodan tam da hissettim sakinliğe uygun şarkılar çalıyor beni daha da bu baharı sevmeye itiyordu. 

Eğer burada yalnız olsaydım daha çok severdim belki bu gün batımını izleme işini. Yada hayır, yanımda Hendery olsaydı. İşte o zaman içinde bulunduğum her şeyi büyük bir sevgiyle kucaklardım. Onun düşüncesi bile içimin sebepsiz sevgiyle dolmasını sağlıyordu. Bir insanın başka bir insan üzerinde bu kadar etkisinin olması olağan bir şey miydi? Sadece kadife kadar yumuşak sesi bile aklıma geldiğinde tüm karamsarlıklarım uçup gidiyor yerini hayallere bırakıyordu.

Aşk böyle bir şey miydi? Sadece varlığını düşünmek bile tüm kaygılarınızı azaltmayı sağlar mıydı? Güvende ve hayat dolu mu hissettirirdi? Hendery benim için bilim kitaplarındaki seratonin kelimesinin karşılığı olmuştu daha hayatıma girdiği şu bir kaç haftada.

Onunla tam olarak tanışmam üzerinden 5 gün geçmişti. 5 gündür ismini biliyor ve onu görebiliyordum. Öylesine sohbet eden arkadaşlar olmuştuk. Onunla konuşurken her cümlemin başında ona aşık olduğumu ağzımdan kaçıracağım diye korkuyordum. Ona içimden geçen güzel iltifatları saymak istiyor, gönlümün ona çelindiğini şiirler okuyarak ona anlatmak istiyordum. Ne kadar güzel olduğunu şarkılar söyleyerek anlatmak istiyordum. Hangi ara böyle aşık olmuştum ben?

"Ona randevuya çıkmayı teklif et artık."

Turuncu güneşi izlemeye Yangyang'ın söylediği şeyle bir ara vermiştim. Dünden beri Hendery'e ondan hoşlandığımı itiraf etmemi söylüyordu. Yapamam, utancımdan bir hal olurum diyordum. Olsun bir şey olmaz diyordu. Beni düşünüyordu evet ama özgüvenim buna izin vermezdi henüz.

Havanın güzel olmasını fırsat bilmiş ve radyomuzu alarak terasa çıkmıştık Yangyang ile. Mayısın sonlarıydı ve bahar havası öylesine güzeldi ki, insanın içi sevinçle kaplanıyordu. Belki de ben baharda aşık olduğum için böyle hissediyorum bilmiyorum.

"Daha yeni konuşmaya başladık, arkadaş bile değiliz tam. Nasıl bir anda randevu teklifi edeyim ki?"

Esen tatlı rüzgar akşamın geldiğini haber ederken saçları rüzgar yüzünden karışan arkadaşıma bakmıştım. Bugün bir sakinlik vardı onda da, normalde bu zamanlar da onunla gün batımını izlemeyi istesem dizi izleyeceğini söylerdi. Zorla televizyon başından onu kaldırırsam da bana tonla laf saydırırdı. Belki de kendi derdime çok odaklandığım için onun tuhaf davrandığını yeni fark ediyordum. Veya her zamanki gibi küçük bir detaya bile fazla anlam yüklüyordum. 

"Onunla arkadaş olma. Onunla sevgili ol. Yani öncesinde flörtü ol işte."

"Olmaz öyle şey. Çocuk daha beni tanımıyor bile. Hem erkeklerden hoşlanıyor mu onu bile bilmiyoruz."

İç çekmiştim. Tamam sürekli onu bulayım diye tanrıya dua edip durmuştum ama şimdi ne yapacaktım? Yani acaba direkt gidip dudaklarını, tamam bu abartı oldu, yanağını öpsem nasıl olurdu?

"Lucas nasıl Sicheng'le flört oldu. O çok mu tanıyordu veya arkadaşı mıydı? Hayır. Onun gibi ol biraz Dejun."

Sıkıntı ile bir nefes vermiş ve tamam diyerek geçirmiştim onu. Onu geçiştirmeme sinir olurdu ama söylediklerini yapamayacağımı bildiğim için şuan tamam diyip geçmekten başka yapabileceğim bir şey yoktu.

"Sen insanı dellendirirsin Dejun."

İç çekerek söylenmeye başlamıştı işte.

"Onu yap derim yapmaz, şunu yap derim yanaşmaz. Sonra hülyalı hülyalı boşluğu izlersin böyle işte."

Onun son derece normal davrandığına ve bir şeyi olmadığına karar vermiştim şuan işte. Bana söylenmesi keyfinin yerli yerinde olduğunu gösteriyordu. Yangyang'ın içinde hepinizin annesinden bir parça olduğunu biliyor muydunuz üstelik? Eğer kız olsaydı ilerideki çocuklarına sabır dilerdim. 

"Aşık olmak yaramadı sana."

Göz devirmiş ve arkama yaslanarak müziği dinlemeye devam etmiştim. O da bir süre sonra susmuştu zaten. Eğer bir randevuya çıkacak olsaydık Hendery'i nereye götürürdüm acaba. Benden sıkılmaması ve eğlenceli olduğumu düşünmesi için. Neden bu takılmıştı aklıma onu da bilmiyordum ya işte neyse.

.....

"Hendery seni sordu."

Tamam delicesine heyecanlandığım bir çok ana şahit olmuştum ama bu seferki en manyağıydı. Göğsümde filler tepiniyor gibiydi adeta. Olduğum yerde zıplamamak ve kimseyi buraya toplamamak için yumruklarımı sıkmıştım. 

Lucas akşamın 10'unda bizim evi aramıştı. Benim henüz bir telefonum olmadığı için ev telefonundan konuşuyorduk el mecbur. Ahizeyi kulağıma dayar dayamaz pat diye bunu söylemişti. Aldığım nefes gırtlağıma kaçarken öksürmüştüm.

"Ne? Nasıl? Ne zaman? Nasıl sordu?"

Ardı ardına sormuştum. Felaket heyecanlanmıştım. Lucas anlatmaya başlamıştı. Bugün Sicheng ile buluşmuş ve zaman geçirmişler. Sonradan ise sevdiceğim gelmiş yanlarına. Eksikliğimi hissederek benim nerede olduğumu sormuş. 

Tanrım kalbim göğsüm dışımda her yerde atıyor gibiydi şuan da. Bunu Hae duysa kesinlikle 'sana aşık evlenin' derdi. İşin çok garip olan kısmı bende aynısını söyleyebilecek haldeydim.

"Beni merak etti. Resmen beni merak etmiş Lucas."

Kısık sesimle heyecanlı heyecanlı söylemiştim. Bizimkilerin beni duymasını istemiyordum. Acaba Yangyang'ın söylediği gibi onunla daha da yakınlaşmalı mıydım? Haechan kendi oğlanıyla flört etmeye başlamıştı en baştan, Lucas'da. Ve şuan ikisininde hali benimkinden daha elle tutulur bir şeydi.

"Ona randevuya çıkmayı teklif edeceğim. Çok fazla gaza geldim Lucas. Bana fikir ver."

Bu gaza gelişlerimin ve anlık yükselişlerimin bana geri dönüşü güzel olmayacaktı çok büyük ihtimalle. Aşk, adamı yanılacağı ve utanacağı durumlara sokmaya çok müsaitti işte.

"Onu sahile götür. Hayır hayır sinemaya."

Tırnaklarımı kemirmeye başlamıştım. Çok klasikti bunlar, acaba sıkıcı bulur muydu ki?

"Aslında dur. Sicheng'in ağzını yoklayayım biraz nereleri ve nasıl şeyleri beğenir diye."

"Yapar mısın cidden?"

Canım dostum, nasıl da kardeşi için işler yapıyordu.

"Evet yaparım da, Dejun tavla artık şu çocuğu abi."

"Tavlayacağım. Söz bak. Sadece biraz özgüven lazım bana."

Evet kararımı vermiştim. Kendi kendime gelin güvey oluyordum büyük ihtimalle ama eninde sonunda anlatacaktım ona hislerimi. Sonucu ne olursa o güzel ellerini tutarken ve gözlerim en sevdiği yere, yüzüne değerken anlatacaktım ona.

Telefonu kapatmış ve içimdeki heyecan ile odama gitmiştim. Onu ve ona, gönlümün güzelliğine çelindiğini anlatışımı hayal etmiştim. Gece boyu uyuyamayarak hayal kurmuştum. Hayatım yeniden güzelleşmiş gibiydi.


















Hadi Dejun'um tavla şu oğlanı

90's love ; Xiaodery  (askıda)Där berättelser lever. Upptäck nu