I must confess I still believe

86 17 24
                                    

Tesadüflere inanan birisiydim genelde. İnsanların hikayelerini dinlerken vay be gerçekten de tesadüfler var derdim kimi zaman. Benim hayatımda öyle aklımda kalıcı pek çok tesadüfüm olmamıştı. Bir anı anlatacak olsam, geçen senelerde deli gibi konser biletleri ararken kuzenimin yeni sevgilisinin tesadüfen doğum günümde bana bilet hediye etmesini anlatırdım. 

Veya çok önemli bir ödevimi yapmadığım gün o dersin öğretmeninin hastalanmasından bahsederdim. Böyle küçük tesadüflerim olurdu. Hatıralarım böyle küçük gündelik anılarla doluydu.

Ama bu an hayatımda tesadüflerin olduğunu gerçekten hissettiğim anlardan birisiydi. 17 Yıllık yaşamımdaki en büyük tesadüf olduğunu düşünüyordum. Arkadaşımın peşinden rastgele geldiğim bir okulun çıkışında tesadüfen haftalardır aradığım ve aklımı ondan başka bir şeye yoramadığım oğlanı görmüştüm. 

İlk kez gördüğüm gününkünden daha beter bir halde donmuş kalmıştım, göğsümden yine o elektirik akımları geçmiş yine konuşamayacak hale gelmiştim. Bizimkilerin konuşmasına bile odaklanamıyordum.

Hayal değildi, gerçekti. Bazı gecelerde onun bir hayal olduğunu bu yüzden onu bulamadığımı söylemiştim kendime, buna inanmaya ve bunula avutmaya çalışmıştım kendimi. Hem o gerçek olamayacak kadar güzel bir oğlandı demiştim. Ama hayır gerçekti ve karşımdaki yolda durmuş etrafına bakıyordu.

"Orada."

Kısık sesle söylemiş arkadaşlarımın bana bakmasını sağlamıştım. Chenle "Ne?" demiş ve gözümü ayırmadan baktığım yere bakmıştı. Oğlanın gülüşüyle kalbimin iyice elden avuçtan akıp gittiğini hissederken derin bir nefes almıştım. Çocuk çarpıyordu beni resmen.

"O çocuk. Orada."

Parmağımla göstermiştim. Karşıdaki açık kahve saçlı çocuğun yanına birisi geldiğinde etrafa bakınmaya devam etmişlerdi. En sonunda yanındaki çocuk bizim olduğumuz yere bakarken o da bakmıştı. Yanındaki uzun boylu çocuk bize el salladığında düşüp bayılmamak için bir sebebim kalmamıştı.

"Neden buraya baktılar? Neden el sallıyorlar? Lucas?"

Sorularım peşi peşine dizilirken Lucas ne yapacağını şaşırmış duruyordu. Ne saçma bir ortamdı ulan bu. Lucas karşıdaki çocuğa el sallıyor, düştüğüm oğlan bize bakıyor Chenle ise bana ve Lucas'a sorular soruyordu. Çığlık atıp kaçasım gelmişti, kalbim zaten atmaktan yorulmuş gibi ağrıyordu.

Lucas bir süre sonra bileğimi tuttuğunda ne oluyor bile diyemeden çekiştirmişti beni.

"Lucas hayır, hayır. Dilenciye benziyorum hem konuşamam bile bırak."

Yolun karşısına geçerken kolumu çekiştiriyor ve onu durdurmaya çalışıyordum. Çocuk yüzüme baktığında bile kalbim ağrıyordu sesini nasıl duyacaktım ben? Tanrım zamanı tam şuanda geriye sardırmalı veya durdurmalısın yoksa ben kalp krizinden henüz 17'me bile doyamadan ölüp gideceğim. 

Yolun karşısına geçip onların yanına gittiğimizde Lucas bileğimi bırakmıştı, heyecandan ellerim titriyordu. Titreyen ellerimi arkamda saklamaya çalışmıştım. Kim bilir nasıl gözüküyordum? 

"Selam. Bugün gelmezsin sanmıştım."

Uzun boylu zayıf oğlan Lucas'a gülümseyerek söylemişti. Bizimki gülümseyerek konuşmaya başladığında benim boğazım kurumuştu. Sessizce karşımdaki çocuğa bakıyor, onunla göz göze geldiğimde başımı eğiyordum. Utançtan mı heyecandan mı yoksa başka bir şeyden mi bilmiyordum ama geberiyordum şu anda.

"Ben Sicheng."

Bana elini uzatan kişiye hafifçe ve gergince gülümsemiş ve elini sıkmıştım. 

90's love ; Xiaodery  (askıda)Where stories live. Discover now