yeni insanlar

83 13 181
                                    

keem's                                            07.02.2017

wheein'den durmadan kaçışımın 4. günü. ona olanları anlatma derdine girmek mi yoksa tüm derslerde yanımda olduğu halde ondan kaçmak mı daha kolay bilemedim.

müzik odasında yaşadığım "aksiyon"dan sonra bir de Wheein ve Hyejin'e olayı açıklayıp mahcup olmak gözüme çok zor gözüktü. neyse ki Hoseok da voleybol takımında olduğu için defteri teslim etmesi için ona verdim. gökten indi resmen, melek. o da olmasaydı her şey sarpa saracaktı.

daha tanıştığımız ilk saniyeden burun buruna durmak zorunda kaldığım canım suç ortağımla da pek konuşmadım.

ama eskiden olduğunun aksine daha çok dikkat ettim. her şeyine, nerede oturduğuna, ne giydiğine -her seferinde sade olmasına rağmen mükemmel giyinmesini görmek defile izlemek gibi- konuşma tarzına, dışarıya, sessiz ama açıkça vurguladığı tepkilerine.

yani tüm bunların sebebi onu daha önce hiç gerçekten fark etmemiş olmam. ismini muhtemelen duydum, siması da tanıdıktı doğal olarak ama sınıftakilerle pek iletişimim olmadığı için varlığından çok haberim yoktu.

teneffüslerde hiç göremedim onu çünkü tüm düşündüğüm wheein'le karşılaşmamaktı. bu yüzden de tüm günümü kantin ya da kütüphanede geçirdim.

bu sayede de birileriyle tanıştım.

o günden sonra Hoseok beni kafeteryanın önündeki büyük ağacın dibinde yalnız otururken gördüğünde heyecanla yanına çağırdı. yani yalnızken mutsuz değildim ama tabii ki Hoseok'u kıramadım ve zaten yanı da kalabalık değildi.

kantinin küçük kafeteryasında iki kişi oturuyorlardı içeri girdiğimde.

Hoseok'un yanında ondan çok az daha zayıf, esmer tenli, aralarına açık tonlar atılmış koyu kumral saçlı, gözlüklü bir çocuk oturuyordu.

normalde kafeteryanın masaları yuvarlak ve karşı karşıya gelecek şekilde 4 sandalye koyuluyor ama Hoseok ve arkadaşı iki sandalyeyi ardı ardına koymuş, dip dibe oturuyorlardı.

yanındaki, Hoseok'un kolunu çekeleyerek heyecanla bir şeyler anlatıyordu, beni gördüklerinde konuşmayı bırakıp bana döndüler. onun yüzündeki heyecan silinmemişti hala. masanın önüne geldiğimde aniden ayağa kalktı, o hızla arkaya ittirilen sandalyenin sesiyle beraber yüzünde gülümsemeyle "hoş geldin" dedi. sıkmam için uzattığı eline baktım. çok sıcak davranıyordu, hiç birbirimizi görmemiş olmamıza rağmen. biraz garip hissettim, Hoseok ile de yakın sayılmazdım sonuçta. sakince kafamı yavaşça eğip, gülümsedim. elini sıkmak üzereydim ama biraz uzun süre idrak etmeye çalışmış olmalıyım ki elini aşağı indirdi. beni soğuk biri olarak tanıyacak diye düşündüm ama o hiç de bozulmuş gibi değildi, sanırım sadece teması sevmediğimi düşündü.

hoseok'un işaret etmesiyle onların tam karşısındaki sandalyeye oturdum. bizi tanıştırmasını bekler gibi ona bakarken lafa girdi: "bu alt dönemden Kim Taehyung. ona senin ismini sen gelirken söyledim zaten."

ben de en büyük gülümsememi yerleştirmeye çalıştım suratıma ve "merhaba Taehyung-ah tanıştığıma memnun oldum." dedim. daha fazla gerçekten memnun olmuş gözükemezdim herhalde.

ben cümlemi bitirir bitirmez lafımın üzerine konuştu: "Taehyung-ah demene gerek yok, taetae söylemesi daha kolay, öyle seslenebilirsin." söylediği her şeyde gülümsüyordu ve Hoseok'un kolunu hiç bırakmamıştı, Hoseok da -alışmış gibi- hiç rahatsız oluyor gibi durmuyordu.

o gün bu şekilde tanıştıktan sonraki 4 gün teneffüsler çoğunlukla onlarla birlikte geçti. ilk başta tereddüt etsem de artık onlara çok az alıştım sanırım, aşırı samimi olmaları bunu kolaylaştırdı.

when the sun goes down | moonsun Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ