21. Bölüm

852 19 27
                                    



Bölüm şarkıları; 

London Grammar - Nightcall

Anıl Piyancı & Cem Adrian - Ölüm ile Yaşam

TNK - Söyle Ruhum




(...) Uyku'yla Ölüm o korkunç tanrılar

(...) Biri dolaşır sırtına toprağın ve denizin

Tatlı bir huzur götürerek insanlara

Ötekinin demirdendir yüreği, tunçtandır canı

Yakaladığı insan kurtulamaz asla elinden

Hesiodos, Theogonia - İşler ve Günler



Kendi içindeki bir şehir devletinin en ulaşılmaz tepesine taşıdığı, zihninin gerisine attığı ve kıpırdamaya takati kalmasın diye sıkı sıkıya zincirlediği düşünceleri; günlerdir aç, susuz kalmış gibi hapsolduğu zindanın parmaklıklarına kararmış elleriyle öyle sıkı tutunuyordu ki, bu düşüncelerin olduğu yerde durmaktan kararmış, bakımsız bir demir yığınından ibaret olan demir parçalarını tüm gücüyle zıt yönlere iterek bulduğu en uygun boşluktan firar etmesine çok az kalmıştı. 

Tuğrul Atalay karmakarışık, dikenli, kalın bir tel yumağı gibiydi. Yumağın her bir katını kaldırmak için ellerini kanatmayı göze alırsa eğer; belki de içinde ne sakladığına ulaşabilirdi. Fakat ona ulaşmak için canını yakmaya cesareti var mıydı bundan emin değildi. Kimi zaman alaycıydı kimi zaman baskın...Bazen öfkeliydi, bazen yardımsever... Odasına adım attığı ilk gün onun mevcut bilgisi ve unvanıyla kendisine üstünlük tasladığını düşünmüştü. İçine girdikçe bazı düşüncelerini değiştiren; fakat asla onu tam olarak aydınlatmayan birine dönüşmüştü. Onu Fischer'den koruması için hiçbir sebep yoktu. Profesörle ne derdi olduğunu bilmiyordu. İki adam arasında saygı sınırlarını aşmayan ama fazla samimi de görünmeyen bir ilişki vardı. Aralarında onun hâkim olmadığı kişisel bir mesele vardı belki de... Öyle olsa bile bu durumun Profesörle olan çalışmalarını etkilemesine izin vermeyecekti.

Elindeki tabağa yerleştirdiği kurabiyeleri bu düşüncelerle salona götürdüğünde, Tuğrul'un, birkaç dakika önce birlikte oturuyor oldukları L şeklindeki koltukta uyuyakalmış olduğunu gördü. Koltuğun üzerine atmış olduğu ceketi, adamın kaykılmasıyla birlikte dizlerinin üzerine düşmüş, başıysa yastıkların üzerinde tam yatık şekilde olmayan, rahatsız bir pozisyonda duruyordu. Ne yapacağını bilemediği ilk birkaç saniyede elindeki tabakla ayakta duran Zeynep, tabağı mutfağa geri götürdükten sonra Tuğrul'un ve kendisinin büyük bir kısmını içmiş oldukları kahve kupalarını aldı. Onları da götürdükten sonra kendi odasına geçerek ince bir battaniyeyi dolaptan çıkardı ve yeniden salona döndü. Battaniyeyi kenara bıraktıktan sonra Tuğrul'un üzerine düşmüş olan ceketi alarak girişteki vestiyere astı. 

Yanındaki telefonunu da orta sehpaya bırakacakken, ekran ışığını açtı. Bazı e-postaların ve mesajların kapladığı ekran, menüye giriş için parmak izi istiyordu. Adamın o tuhaf evi gözünün önüne geldiğinde buna pek şaşırdığı söylenemezdi. Telefonu sehpaya bırakarak, almış olduğu battaniyenin katlarını açtı ve yavaşça Tuğrul'un üzerine örttü. Oldukça geç olmuştu ve elektriklerin geleceği yoktu.

ANTKAYZONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin