15. Bölüm

818 22 28
                                    



Bölüm Şarkıları;

 Eduardo Luzquinos - Desperado (slowed remix)

Batu Akdeniz - Artık Bi' Manyağın Var

Mozart Opera Rock - La Bien qui fait mal




Çünkü siz de bilirsiniz, hiçbir ölümlü kendini kurtaramaz tanrıların başına sarmak istediği belalardan...

Sophokles, Oidipus Kolonos'ta



Depremin tüm insanlık için çok farklı ve etkileyici bir olay olduğundan bahseder Darwin. Şöyle devam eder; "Çocukluğumuzdan bu yana katı olduğu düşünülen yeryüzü, ayaklarımızın altında tıpkı ince bir tabaka gibi sallanmıştır ve insanların zahmetli eserlerinin yıkılma anını gördüğümüzde, gurur duydukları gücün ne kadar önemsiz olduğunu hissederiz."

Kadim uygarlıkların yıllar boyunca inşa ettikleri yollar, evler, tapınaklar, kütüphaneler, tiyatrolar yer kabuğunun sadece birkaç saniyeden oluşan fakat yüksek şiddetiyle hâkimiyeti eline aldığını gösteren bir hareketiyle dağılabilir, çökebilir, istediği ne varsa avcuna alıp parçalayabilir, yılların izlerini saniyeler içinde hiç acımadan silip sonra da arkasını dönüp gidebilir. Milattan sonra 7. yüzyıla dek onlarca medeniyete kucak açmış olan Sardes'in bu yüzyılın başında çok şiddetli bir depremle yerle bir oluşunu, bundan 1300 yıl önce Assos'ta çöken çatılarının arasından güçlükle sıyrılmaya çalışanların, evlerini, eşyalarını belki çöküntünün altında kalan insanlarını bırakıp canhıraş şekilde koşuşunu; yaklaşık 1500 yıl önce Laodikeia'da büyük sarsıntılarla yıkılan ve yıllar sonra toprağın altından çıkarılan o görkemli sütunları düşündüğümüzde insanlık olarak sahip olduğumuzu düşündüğümüz o devasa gücün aslında ne kadar zayıf olduğunu fark ederiz.

Fark ederiz, bazen de uzun uzun düşünürüz üzerine. Ama biliriz ki insanoğlu çabuk unutur. Biz de unuturuz. Korkutucu bir şekilde sarsılan, yıkılan, taşın taş üstünde kalmadığı o yer belki bir gün bizim hayatımız da olabilir. Bunu düşünmeyiz. Yaşanan acılar, edinilen tecrübeler saman alevi gibi yüreğimize dokunur ama çabucak sönüp geçer. Geri döndüğümüzde ise yeni bir ateşin çekiciliği sarar aklımızı, ruhumuzu, tüm bedenimizi... Daha fazla para, daha fazla güç, daha rahat bir yaşam, hiç bitmeyecek bir saygınlık... Sadece hakkımız olanı değil hakkımızdan daha fazlasını istediğimiz zaman başlar esas karmaşa.

Çizginin dışına çıkmak, fazlasına sahip olmak için tüm riskleri göze almak, elde edeceği gücün parıltılı cazibesine kapılmak çok kolaydır. Bu uğurda girdiğimiz sonu belirsiz, o karanlık yol körleşen gözlerimizin yanılgısında öylesine parlak, öylesine açık ve şaşaalıdır ki o göz alıcılık içinde nereye yürüdüğümüzü fark etmeden, kasvetli bir koridorun sonunda dibini görmediğimiz derin bir kuyuya yuvarlanmış bulabiliriz kendimizi.

O kasvetli koridorun başında elimizi güçlendirecek onlarca kişi vardır önce... Her biri bizi amacımıza ulaştıracak süslü kuklalardan ibarettir. Kuklalara bir kez güvenirsek, her adımı daha güvenle atacak kadar kabarır deli cesaretimiz. Gözlerimizi perdeler, kulaklarımızı kapatırız. Sona yaklaştığımızda hedefe ulaşmak için kullandığımız o kuklaların küllerini görürüz sonra arkamızda. Çoktan yanıp tutuşmuş, uçuruma doğru giden o yolda başından beri hiç eşlik etmemişlerdir bize aslında. Yolun sonuna atılan son adımda, çaresizlikle arkamıza dönüp baksak da geri dönüşün olmayacağını idrak ederiz o anda.

ANTKAYZONWhere stories live. Discover now