Hangi manyak iphone'a kelime şifresi koyar? Sayılı yap, sırayla 1907,1905... Deneyelim, biri tutsun dimi?
İşin yoksa bununla uğraş!
Denemeye başladım;
"Galatasaray"
"Beşiktaş"
"Fenerbahçe"
"MirandaKerr" (bu tutmayınca yemin ediyorum çok sevindim :D)
Artık iyice saçmalıyordum;
"Mehveş"
"Anneciğim"
"Babişko"
"Nutella"
"Helin."
Aha! Açıldı! Vallaha açıldı! Ay inanamıyorum! Şuan kendimi Mehveş Hanım'a, Miranda Kerr'e, hatta Fenerbahçeye fark atmış gibi hissediyordum!
Elalem tavlamaya uğraşsın, ben adamı okula girdiğim gün kendime aşık eder, adımı şifre yaptırtırım!
Eveet! Bu gazla gün boyu İngiltere Kraliçesi gibi yürüyeceğim açıktı..
Telefonu kurcalamaya koyuldum,
İlk galeriye girdim; araba resimleri, manzara resimleri, vıdı vıdı vıdı. İçten içe seviniyordum çünkü çıplak kadın resimleri falan bekliyordum. Ama dişi sinek bile yok burada :)
Hemen ardından mesajlara girdim, ııh burası Turkcell'e ayrılmış loca gibi.
Son olarak wapp a girmeye karar verdim, ama son görülmenin değişeceğini akıl ederek ilk olarak telefonu uçak moduna aldım, ardından uygulamayı açtım.
Tek konuşma vardı, Ahmet'le. Kim bu Ahmet be!
Girdim konuşmaya;
- Bir iz var abi.
+ Üstüne git, kayda değer bir şeyse beni ararsın.
Bu kadar. İz mi? Ne izi? Niye üstüne gidiliyor? Ahmet kim? Kafamda deli sorular..
Kapım tıklatılınca aceleyle telefonu kitledim, elimden bırakmadım.
Kapıya çıktım,
"Telefonunu odamda unutmuşsun." Diyerek gayet cool bir şekilde ona uzattım. Aldı, arka cebine koydu.
Belimden nazikçe tutup asansöre yönlendirdi.
Otelden çıktığımızda önümüzde inci beyazı bir Porsche Panamera duruyordu. Çenesiyle yolcu koltuğunu gösterdi, tip tip bakıp, arabaya bindim. Arabayı çalıştırdı.
"Araba mı kiraladın?"
"Kiralamadım."
"Arkadaşının falan mı?"
"Benim?"
"Burada ne arıyor?"
"Yazın Bodrum'da kalıyorum."
Oh! Keyfe bak. Cıbıl cıbıl karıları izle tüm yaz. Bolca uzun bacak falan. Hayat sana güzel!
"Ee ne yapalım?" Dedi.
Dudaklarımı büzdüm;
"Bilemedim ki."
Sonra mal mal gezmiş olmayalım diye;
"Sinemaya gidelim!" Dedim.
"Tamam yakında bir avm var." Dedi.
Gerçekten 5-6 dakika içerisinde ufak ama yeni bir avm nin otoparkındaydık. Otopark derken, arabayı otoparkın kenarında bir yere çekti, valeye anahtarı verdi. Bakın 'Fırlattı.' Demiyorum, 'verdi' diyorum, kro züppe değil benim sevgilim.
Herneyse, elimden tuttu, avm ye girdik.

Elele tutuşmuş, sinema panolarına salak salak bakıyorduk.
Sonunda beklediğim cümleyi söyledi;
"Çok amele işi filmler var."
Yine dudaklarımı büzdüm.
"Evet."
"Şöyle yapma."
"Ne yapmayayım?"
"Dudaklarına yaptığın şeyi!"
"Niye?"
"Yiyecek gibi bakıyorlar. Hepsini dövmekle de, öldürmekle de uğraşamam. Düzgün dur."
"Peki.."
Vizyondaki filmleri beğenmeyince biz de mağazaları gezme kararı almıştık.
Gezerken vitrinlerden biri dikkatimi çekti, mankenin üstünde kırmızı göğüs dekolteli güzel bir abiye vardı. Tolganın da baktığını görünce çenesini tuttum, kendime çevirdim.
Noluyo? Bakışı attı tabi.
"Elin karısının kızının biyerlerine bakmasana!"
"Kime bakmışım?!"
İşaret parmağımla vitrinin arkasındaki kırmızı elbiseli mankeni gösterdim.
"Buna!"
Kahkahayı patlattı. Günün ikinci gülüşü! Olacak olacak. Şöyle bir baktım da, bu adama gülmek çok yakışıyor ya..!
Başını mankene çevirip,
"Kusura bakma, dünya ahiret bacımsın." Dedi. Hahahahahahayt! Bu sefer ben patlattım kahkahayı. Benim güldüğümü görünce o da gülümsedi..
Elele yürümeye devam ediyorduk. Yanımızdan geçen insanlarla ilgili kulağına bir şeyler fısıldıyordum.
Mesela karşıdan bir genç kız geliyordu, mor pantolonun üstüne kırmızı tişört giymiş, üstüne mor çanta takmış, rugan postallar giymiş (evet evet bu havada)..
Aniden durdum.
"Tolga?!"
"Noldu?"
"Gözlerim felç oldu sanırım!"
"Ha?"
"Morla kırmızıyı kombinlemiş ya!" Diyince bir kahkaha daha patlattı. Belimden tutup yola devam ettirdi.
Gezerken sinemaya girmediğimize şükrediyordum. O kadar eğleniyordum ki! O da eğleniyordu, gözlerinden, yüzünden belliydi. Günlerdir taşıdığı gergin surat yavaş yavaş normale dönüyordu.
Avm nin her yerini gezmiştik. Gezerken her şeye kusur bulmayı ihmal etmemiştik tabii.
Yanımızdan geçen bir kadının parfüm fıçısına girip girmediğini düşündüğüm sırada Tolga kulağıma eğilip,
" Burnumdaki kılcal damarlar patlamış olabilir." Dedi mesela..
Veya vitrinlerin önünden geçerken,
"Şunu ütüleyip koyaydınız şuraya!"
"Camın kirinden elbiseyi göremiyoruz!"
"Elbisenin devamı nerede?"
Gibi saçma sapan şeylere bulaşıp durduk. Beraber gülüyor, birbirimize bakıyor, bir daha gülmeye başlıyorduk.
Bu süreçte onun kolu belimde, benim kolum onun belinde. Ayrılmak yasak. Yoo değil. Ama ikimiz de istemiyorduk ki.
Sonunda Tolga acıktığını söyleyince başımla onayladım.
Avm nin en üst katına çıkıp ne yiyeceğimize karar vermeye çalıştık, sonunda green salad'ın şaheseri olan barbekü soslu tavuk, özel soslu erişte, salata üçlüsünde karar kıldık.
"Sen masa seç, ben tepsileri alıp geliyorum." Dedi, başımla onayladım. Beni rahatça görebileceği uzaklıkta, ferah bir masaya oturdum. Birkaç dakika sonra elindeki tepsiyle gelmeye başladı. Sonra kenarda durdu, arka cebinden telefonunu çıkarıp kulağına dayadı.
Tamam, başta da gülümsemiyordu ama yüzü huzur doluydu, ne bileyim rengi her zamanki ten rengi gibiydi. Telefondan ne duydu bilmiyorum, ama sabah karşımda gördüğüm çenesi kasılmış, ten rengi solmuş adam geri gelmişti..!

Yarı'm #wattys2016Where stories live. Discover now