AV//Ölüm...

279 6 0
                                    

2 yıl önce...

Hilda Jefferson

Boston'da sıcak bir gündü. Ya da bu boğucu havanın nedeni Boston değil, bizzat içinde bulunduğu durumun dehşetiydi. Hilda, nefes almakta zorlanarak boğulur gibi bir ses çıkardı. Soğuk terler alnında küçük su boncukları oluşturmuştu.
"Kızın nerede Hilda?"
Bu kelimeler odada yankılanırken Hilda nefesini tuttu. Sessiz olmalıydı. Kızını korumak istiyorsa canı ne kadar yanarsa yansın sessizliğini korumalıydı.

Yerde cansız yatan kocası Aaron'ın bedenine baktığında hıçkırığını bastırması çok zor olmuştu. Ona ulaşmak, simsiyah saçlarının arasında son kez ellerini gezdirmek istedi ama kolunu kavrayan eller çok güçlüydü.
  "Bu sana son soruşum, kızın nerede?"
  Hilda, bakışlarını tüm benliğinle tanıdığı, fakat tanımamayı reddettiği yüze çevirdi. Arkasından kollarını sıkı sıkı tutan elleri umursamadan öne doğru bir adım attı ve o yüze uzun zamandır yapmak istediği şeyi yaptı... Tükürdü.
 
Hilda'nın karşındaki yüz, gözlerini kapatıp zarif bir el hareketiyle tükürüğü silerken çenesi kasılmıştı. "Her zaman bu kadar aptaldın Hilda." Tekrar gözlerini açtığında, nefret bir rüzgar gibi ikisi arasından geçip gitti.

Hilda dalga geçercesine dudak kıvırdı. "Sen de her zaman bu kadar kördün. Bizi bulman sence de çok uzun sürmedi mi?"

Karşısındaki yüz, artık sabrının son demlerini yaşadığını belli edercesine kendisine doğru bir adım attı. "Sevgili Aaron'ın artık yok." dedi yerde yatan adamı göstererek. "Eğer sen de sonsuza dek yok olmak istemiyorsan, küçük farenin nerede olduğunu söyle. Söylersen seni bırakacağım."

"Asla!" diyerek ona bir şey söylemeyeceğini belli edercesine bağırdı, Hilda. Bu düşmanı hiddetlendirmişti.
"Hiç kimse ona ulaşmamı engelleyemez! Sen ve aptal kocanın fedakarlığı bile."
  Hilda artık tükenmişti ama bunu belli etmedi. Son cümlesini söylediğinin bilincinde olarak düşmana zafer kazanmış gibi gülümsedi. "Ulaşsan bile istediğini alamayacaksın, o artık kendi iradesine sahip."

"Kızınla işim bittiğinde o zayıf iradesinden eser kalmayacak."
Son sözü söyledikten sonra gözlerini Hilda'yı tutan ellerin sahibine çevirdi ve başıyla bir işaret verip evin bahçe kapısından dışarı çıktı.
  Hilda, onun arkasından bakarken ilk defa ne zaman bu kadar karanlığa gömüldüğünü düşündü. Artık sona geldiğini biliyordu. Her iki tarafa da aydınlık ve karanlığın olduğu bu savaşta, Aaron ile birlikte kızlarını koruyabildikleri kadar korumuşlardı. Ensesinde hissettiği acıyla yere düşerken, kızının kimseye güvenemeyeceği bu dünyada aydınlıkta kalması için sessiz bir dua gönderdi.
 
   Dilerim, doğru insanlarla karşılaşır bebeğim...
  
🌙
Annabelle Jefferson

"Otobüse çabuk binin sizi aylaklar, tüm gün burada bekleyemeyiz!"

Okulumuzun edebiyat öğretmeni Bayan Gwen, gözünden kayan, hayatımda gördüğüm en devasa gözlükleri gözüne tekrar yerleştirirken bağırıyordu.
  "Anna biraz çabuk ol, koyun her an bizi burada bırakmaya karar verebilir."
  Minghao'nun(Seventeen) otobüsün önünde bana bağırdığını duyunca adımlarımı hızlandırdım. Her zamanki gibi edebiyat öğretmenimizle dalga geçtiği için gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Kıvırcık saçları arkadan bir yumak halinde koyun poposuna benzediği için ona koyun ismini takmıştı.

Sonunda otobüse bindiğimizde, koltuğumuza ilerlerken beni dürttü. "Minik pandam, somurtma artık. İşte dönüyoruz."
Sırıtır gibi dişlerimi gösterdim. "Somurtmuyorum."
  İsim takma konusunda başarılı olan Minghao, uyuşuk yaşam tarzımdan ve sabahlara kadar dizi izlediğim için gözümün altında oluşan koyu halkalardan dolayı bana panda diyordu.

AVWhere stories live. Discover now