Tanıtım

15K 644 136
                                    

TANITIM

Çiğdem iki ev arkadaşıyla mutlu mesut yaşıyordu. Ta ki bir gün eski bir sahaftan aldığı bir kitap hayatını sonsuza dek değiştirene kadar... Kitap çok güzeldi, sürükleyici başlamıştı. Fakat daha kitabı bitiremeden kitap ortadan kaybolmuştu ve kaybolmadan evvel de yerine içindeki ana karakteri bırakmıştı. İşin en kötü yanı kitaptan çıkıp gelen ultra yakışıklı bir adamın varlığı değildi; kitaptan çıkan adamın sıradan biri olmamasıydı. Gelen adam; genç—fazlaca—yakışıklı, 1700'lü yılların sonunda yaşamış bir Birleşik Krallık prensiydi ve kesinlikle geçmişten geliyordu. Adamın kurmaca olan hiçbir yanı yoktu. Varlığı tamamen tarihi delilere dayanıyordu. Ama ne yazık ki Birleşik Krallık Prensi, Sussex Dükü Alexander Frederick'in o delilere dayanan varlığı, tarihte kalamamıştı! 1802 yılının o güpgüzel baharını bırakıp, 2013'ün tuhaf baharına ışınlanıvermişti. Kendi isteği dışında!

Tek iletişim aracının mektuplar olduğu bir devirden gelen adamı dokunmatik telefonların olduğu dünyaya uydurmak hiç de kolay olmayacaktı Çiğdem için. Alex'in öğreneceği çok şey vardı. Hem de çok şey! Ama her zaman geri gitme ihtimali de vardı tabi. Ne kadar başlarda iki taraf da bu beklentide olsa da, zamanla işler değişecekti. Çünkü aşk çaktırmadan onların hayatına girecek kadar sinsi bir yılandı.

ALINTI

"Oy, başım!" diye sızlanıp eliyle alnını ovuştururken yattığı yerde yavaşça arkasını dönmeye başladı. Güzel güzel dönerken daracık yatağında taş gibi bir şeye çarpınca irkildi.

Gözlerini ovuşturarak başını yan tarafa çevirdiğinde şaşkınlıktan küçük dilini yutacağını sandı.

Yanında bir adam yatıyordu!

Çıplak olarak!!!

"S*ktir lan!" diye bağırarak yerinden hopladı. Kaçacağım derken de başını duvara çarptı. Kafasına saplanan acı yüzünden çığlığı basarken eliyle başını tuttuğu sırada yanındaki erkek kıpırdanarak gözlerini aralamaya başladı. Çocuğun inanılmaz güzel mavi gözleri perdenin aralığından vuran güneş sayesinde parıldarken, Çiğdem hala içeriden Levent Yüksel'in Dedikodu'sunu söyleyen arkadaşlarını işitebiliyordu.

Çiğdem'in anlam veremediği bir sürü olay dizisi olup biterken onların içeride şarkı söylüyor olması ne kadar acımasızca bir davranıştı!

"Sen kimsin be? Ne işin var burada? Niye çıplaksın?!" diye çemkirdi çocuğa en kalın ve korkutucu sesiyle. Sanki o ufacık tefecik yapısıyla ona karşı ürkütücü görünme şansı varmış gibi.

Çocuk gözlerini kısıp Çiğdem'i inceledi. Gözüne korkunç görünen ve yamulmuş kıyafetine rağmen onun güzel bir kız olduğuna kanaat getirince gülümsedi. Feneri güzel bir yerde söndürdüğüne inanıyordu.

"Dün geceyi pek—Ne? Ha? Nece bu? Ha, ha? Neler oluyor?"

Çocuk hızla yattığı yerde doğrulup salak salak kendine ve etrafına bakınmaya başladı. Parmakları dudaklarını üzerinde dururken sanki konuşmayı başardığına inanamıyormuş gibi bir hali vardı. Çiğdem ona bakarken öyle sezinlemişti. Niye bu kadar şaşkındı?

İyi de Çiğdem dün gece o kadar sarhoş olmamıştı ki! Ne yaptığını, neler ettiğini hatırlıyordu. Bir erkekle—hele de böyle 'dumanı tüten' bi tanesiyle—hiçbir münasebeti olmamıştı dün gece. Bırak 'yatmayı' öpüşmemişti bile! Hatta gece yatmadan önce yalnızlığına hayıflanmıştı.

Çocuk şaşkın şakın, fazla uzun bir süre boyunca etrafına bakındıktan sonra bakışlarını Çiğdem'e çevirdi. Ona yaklaşarak saçlarına, giydiği mavi askılı yazlık pijamasına baktı. İşaret ve baş parmağı arasında askıyı kıstırıp çekiştirirken Çiğdem onun eline bir tane patlattı.

"Sapık mısın lan sen! N'apıyorsun! Oğlum kimsin sen, cevap versene? Ne yaptık biz dün gece? Ya ben bir bok yapmadım ki?! Geldim burada kitap okudum yattım sonra!"

"Ben dün gece Garry ile birlikte kumar oynamaya gitmiştim. Orada içmiştik... Bu nece ya? Ben nece konuşuyorum? Ben niye bu dili konuşuyorum? Ben niye bu dili anlıyorum? Ben niye bu dili biliyorum? Ben neredeyim?!?!"

Çıplak çocuk, Çiğdem'deki korkunun üç katını yaşamaya başlamış görünüyordu. Yaşadığı panik halinden dolayı ötürü yerinde duramayarak yataktan çıkınca Çiğdem'in gözleri büyüdü. Şu an tam göz hizasında bir adet erkek organı takımı vardı. Çocuk hızla arkasını dönünce de, taş gibi poposu Çiğdem'in manzarasına girdi.

Aslında İstanbul manzarasından kat kat iyi bir manzaraydı ama Çiğdem ürpererek ve utanarak sarındığı örtüyü çocuğa fırlattı.

"Şunu üstüne kapatır mısın? Anadan doğma geziyorsun. Ayrıca Garry kim? Ne kumarı? Ya senin adın ne?"

Çocuk Çiğdem'in attığı yorganı üzerine sarınırken yerlere bakarak kıyafetlerini arıyordu. Ama sürekli gözleri odanın içindeki, daha önce görmediği nesnelere takılı kalıyordu. Mesela masanın üzerinde duran o şey... O neydi öyle? Dolabın yanında da ilginç bir şey vardı. Aslında dikkatli bakınca odada daha önce görmediği bir sürü şey vardı!

Ayrıca bu oda çok küçüktü. Hayatında hiç böyle oda görmemişti. Bu kadar küçüğünü... Yatak da tek kişilik gibiydi. Nasıl sığmışlardı ki o kızla beraber?

"Beni tanımıyor musun? Prens Alexander Frederick? I. Sussex Dükü Alexander? House of Hanover? Bu bir çeşit doğu ülkeleri dili falan mı? Türkçe gibi. Ama benim bildiğim Türkçe böyle değildi. Gerçi ben o Türkçeyi de bilmiyorum, sadece duymuştum."

Çiğdem boş bakışlar attığı gözlerini kırpıştırırken birden, kış aylarında fazla soğukta kaldıktan sonra çalıştırılınca yavaş yavaş açılan araba motoru gibi tekleyerek gülmeye başladı. Sonra tekleyen gülmesi iyice kahkahalara dönüştü, ardından kelimenin tam anlamıyla gülmekten yarıldı.

FIRLAMA PRENS (1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin