12. Bölüm: Kazağımı alabilir miyim?

77 18 21
                                    

"S-Sen ne dediğinin farkında mısın? Siz bana gelin. 5 dakikaya oradayım" dedim ve telefonu kapattım. Daha sonra tekrar İrem'e döndüm.

"Buraya bir polis arabası gelecek ve seni alacaklar tamam mı?"

"Teşekkür ederim enişte. Bir şey soracağım Derin ablamı seviyor musun?"

"Sana bunu anlatacak kelime bulamam. Çünkü ona olan aşkım üç beş kelimeye sığabilecek kadar küçük değil"

"Vay be!" dedi sırıtarak. Ben sadece gülmekle yetinebiliyordum. Daha sonra araba geldi ve İrem arabaya bindikten sonra Derin'i kucağıma alıp yürümeye başladım.

Acaba Derin'e her şeyi anlatsam nasıl bir tepki verirdi? Belki inanmazdı. Belki gülüp geçerdi. Ama zamanı gelince her şeyi anlatmaya hazırdım. Beni anlamalıydı. Çünkü ona kral suyunu her kim verdiyse onu da bize dönüştürmüştü ve muhtemelen suyu veren kişi dozunu ayarlamadığı için bu onun ölümüne yol açabilirdi. Bunu ona her kim yaptıysa bedelini en ağır şekilde ödetecektim. Şuan bile ölme ihtimali vardı. Üstelik buna rağmen herkes onu öldürmek istiyordu ve muhtemelen bizim dünyamıza hükmedebilecek güçte olduğunun farkında bile değildi. Aslında buraya onu bulup öldürmek için gönderilmiştim. En azından bütün krallık bu nedenle geldiğimi düşünüyordu. Ama benim buraya asıl gelme nedenim kendime bir ordu toplamak ve ülkemi kurtarmaktı. İkiz kardeşimi tahttan indirmemin tek yolu buydu ve ben çoktan kanımın son damlasına kadar savaşmaya hazırdım.

Ben bunları düşünürken eve geldiğimizi fark ettim. Fatih, Can ve Mesut çoktan kapının önüne gelmiş bekliyorlardı.

"Çok beklettik mi?"

"Şimdi geldik zaten. Ne bu hal?" dedi Can, kucağımda tıpkı bir prenses misali yatan Derin'e bakarak. İstemsizce sırıtmaya başlamıştım.

"Anlatırım sonra. Anahtar cebimde" dedim. Fatih yargılayıcı bakışlarını üstümüzden ayırmadan cebimdeki anahtarı aldı ve kapıyı açtı. 

"Buyurun sizinmiş gibi rahat edin" dedi gülerek. Daha sonra içeri girdim ve Derin'i bırakmak için odama geçtim. Böyle bir şeyi duyup da takıntı haline getirmesini istemiyordum. Onu yatağa bırakmaya çalıştığım sırada kollarını boynuma doladı. Bunu sanırım bu sefer istemsizce yapıyordu.

"B-Baba biraz daha kal... lütfen" dedi. Bayıldıktan sonra uyuması bana hiç normal gelmemişti. Suyun vücudunda bıraktığı yan etkilerden biri olabilirdi. Ama söylediği şey kalbimi paramparça etmeye yetmişti. Onu tekrar yatağa bırakmayı denedim. Ama kolları çok sıkıydı. Babasıyla arasında ne olduğunu bilmiyordum. Ama o yine de babasını seviyordu. Yatağa oturdum ve beklemeye başladım. Ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum. Daha sonra kapı yavaşça tıkladı.

"Gel" dememle Mesut kafasını içeri uzattı. 

"Abi gelsene seni bekliyoruz"

"Mesut nasıl geleyim? Siz buraya gelin" 

"Anıl sen biraz manyaklaşmışsın tatil sana yaramamış. İki dakika ayrı kal sevgilinden"

"B-Biz... sevgili değiliz"

"Hıı tabii ben de bunu yedim. Gel hadi bekliyoruz" dedi ve kapıyı kapattı. 

O sırada Derin'in bana biraz daha sarıldığını hissettim. Onu bu halde bırakmak istemiyordum. Geriye yapacak iki şey vardı. Birincisi içeri onunla birlikte gitmek, ikincisi kazağımı çıkarıp eline vermek. Onu yumuşak yatak varken kollarımın arasında uyutmayı tercih etmezdim. Aslında daha güzel olurdu ama neyse. Daha sonra onu tek koluma alıp diğer kolumla kazağımı çıkardım ve eline verdim. Kazağa sıkıca sarılıyordu. Şuan o kazağın yerinde olmayı o kadar çok isterdim ki. Daha sonra Derin'i yatağa bıraktım ve üstünü örttüm. Sanırım kafayı yemek üzereydim. Ben bir çete lideri olarak bir kızın kazağıma sarılarak uyumasına mı seviniyordum? Daha sonra dolaptan kendime başka bir şeyler aldım. Tam üstüme giyiyorum ki Derin'in bana doğru şaşkınlıkla açılan gözlerini fark ettim. Ona baktığımı fark edince kazağı direk yüzüne kapattı.

"Yine mi numaraydı?" dedim ukala bir ses tonuyla.

"Hayır. Bu sefer değildi"

Derin Atacan

En son İrem'in Anıl ile birlikte dışarı çıktığını hatırlıyordum. Gözlerimi açtığımda kendimi oldukça yumuşak bir yerde hissettim. Merakla etrafıma bakınmaya başladım. Elimde neden mavi bir kazak vardı? Daha sonra gözlerim dolabın önünde üstsüz duran Anıl'a kaydı. Kafamı yan tarafa çevirmek için neredeyse Naim Süleymanoğlu olmuştum. Ama kafam diğer tarafa dönmüyordu ve gözlerim Anıl'ın daha önce de incelediğim şekilli vücuduna kayıyordu. Beni izlediğini fark ettiğim anda kazağı gözlerime kapattım. 

"Yine mi numaraydı?" dedi ukala bir tavırla. Ama bu sefer gerçekten numara değildi. 

"Hayır. Bu sefer değildi" dedim yüzümü açmadan. Daha sonra yatağa gelip yanıma oturmuş olmalı ki yatakta bir hareketlenme olmuştu. Daha sonra yüzümdeki kazağı iki parmağının arasında aldı ve hafifçe kaldırıp gözlerimin gözleriyle buluşmasını sağladı. Daha sonra kazağı çektim ve gözlerimi tekrar kapattım.

"Utandın mı sen?"

"Yoo, ne utanması? Sen öyle gezerken utanmalısın bence"

"Acaba beni bu hale kim getirdi?" 

"Ben mi? Abartma. Saçmalıyorsun" dedim yerimde doğrularak. 

"O zaman kazağımı alabilir miyim?" dedi sırıtarak. Daha sonra gözlerim elimde duran mavi kazağa doğru kaydı. Bu kazak Anıl'ın kazağı mıydı? Yanaklarım cayır cayır alevler içinde yanarken o ise sadece bana bakıp gülmekle yetiniyordu.

"Gülme!" dedim sinirle. Sonra kafasını salladı ve ağzına hayali bir fermuar çekip eliyle ağzını kapattı. Ama hala güldüğünü anlayamayacak kadar salak değildim.

"Ya sana gülme dedim!" dedim ve kazağı alıp Anıl'ın sırtına yapıştım. Amacım onu boğmaktı. O sadece gülmekle yetiniyordu. 

"Cidden beni boğabileceğini mi sanıyorsun?" 

"Evet" dedim ve o beni indirmeye çalışırken bende bir ayağımı beline dolamıştım. Şuan ne yaşadığımı bilmiyordum ve sorgulamayı da planlamıyordum. O sırada kapı açıldı ve ben karşımda Fatih'i göreceğimi asla tahmin etmemiştim. Onu görünce ellerime gözlerimi kapadım. Çünkü fazlasıyla utanmıştım ve Fatih bizi ikinci kez bastığını düşünecekti. 

"Merak etme yenge görünmüyorsun" dedi gülerek. 

"Geliyorum Fatih. Valla geliyorum" dedi Anıl gülerek. Daha sonra kapının sesi geldi ve bende Fatih'in çıktığını anlamış oldum. Parmaklarımı ayırarak etrafıma bakınmaya başladım. Daha sonra kafamın üstüne bir örtü geldi ve bunu beklemediğim için küçük çaplı bir çığlık atmıştım. Daha sonra örtüden dolayı kaçamadığım için Anıl beni gıdıklamaya başlamıştı. İkimizde örtünün içindeydik. Anıl ile olduğumda vücudumda mutluluk hormonu dışında bir şey salgılanmıyordu. Daha sonra odanın içinden bir ses gelmesiyle Anıl beni gıdıklamayı bıraktı ve örtüyü kaldırıp dışarı baktı. Kafamı geriye doğru uzatıp ben de kapıya bakmaya başlamıştım. Keşke bakmaz olsaymışım. Çünkü Can ağzı açık bir şekilde bize bakıyordu ve yerde biraz önce duyduğumuzun sesin sahibi kırılmış bir tabak vardı. Sanırım Can tabağı elinden düşürmüştü. 

"A-Anıl?"  dedi zorla. 

"E...Efendim Can?"

"Biz basıldık mı?"

"Biz..." diye söze başladı Anıl ama ben devamını duymak istemediğim için Anıl'ı yataktan aşağı doğru itmiştim ve o da yere düşmüştü.

"Ahh! Ne yapıyorsun be ayı!?"

"Sensin ayı. Dağ ayısı!" dedim ve yerimden kalkıp Can'ın yanına gittim. Elinde olan kaşığın içinde sütlaç vardı ve ben de gülerek kaşığı ağzına götürdüm. 

"Merak etme. Bir şey olmadı. Büyüyünce unutursun" dedim gülerek. Bu sözümle onu hayata döndürmeyi başarmıştım. Daha sonra salona geçtim. Daha sonra kapı çaldı. Hatta değil çalmak adeta yumruklanıyor gibiydi. Merakla kapıya gittim ve karşımda 50-60 yaşlarında bir amca vardı. 

"Watt nerede?" dedi düz bir ses tonuyla. Gözlerinden alev fışkırıyordu. Bakışları çok soğuktu. 

"Burada öyle biri yok"

"Derin sen misin?" 

"Evet benim" dedim. Daha sonra kemerinde duran ve benim şimdiye kadar fark etmediğim silahın ucunu bana doğrulttu.

Yakışıklı YalancıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin